Bahçıvanlar bazı ırkların seçici döllemeyle yapay olarak üretilebileceğini de bilirler. İşte tam da bu yapay seleksiyondur ki, Darwin’e, tüm doğada kendiliğinden gerçekleşen ve tüm bitki ve hayvanların gelişimini anlamada anahtar olan doğal seleksiyon süreci için yaşamsal bir ipucu vermiştir. Söz konusu olan yalnızca değişim değil, belirli bir aşamada inorganik maddeden doğan karmaşık yaşam moleküllerinin kendisi de dahil, genellikle basit biçimlerden karmaşık biçimlere doğru ilerleyen gerçek gelişmedir. Yadsımaya ilişkin olarak kuantum mekaniğinden alınan aşağıdaki örneği düşünün. Bir elektron bir fotonla birleştiğinde ne olur? Elektron bir “kuantum sıçraması” geçirir ve foton ortadan kaybolur. Sonuç bir tür mekanik birleşme ya da bileşik değildir. Elektron öncekiyle aynı elektrondur, ama yeni bir enerji düzeyindedir. Aynı şey elektron bir protonla birleştiği zaman da geçerlidir. Elektron kaybolur ve protonun enerji düzeyinde ve yükünde bir sıçrama olur. Proton öncekiyle aynı protondur, ama yeni bir enerji düzeyinde ve yüktedir. O şimdi elektriksel olarak nötrdür ve bir nötron olmuştur. Diyalektik olarak söylersek, aynı anda hem yadsınmış hem de korunmuştur. Ortadan kaybolmuştur, ama yok olmamıştır. Yeni bir parçacığa girmiş ve kendisini bir enerji ve yük değişimi olarak ifade etmiştir.
Eski Yunanlılar tartışma diyalektiğini gayet iyi biliyorlardı. Düzgün yürüyen bir tartışmada, bir fikir ileri sürülür (Tez) ve onu yadsıyan karşıt görüşle karşılanır (Antitez). En sonunda, ilgili konuyu tüm bakış açılarından araştıran ve tüm gizli çelişkileri açığa çıkaran kapsamlı bir tartışma sürecinden geçerek bir sonuca (Sentez) varırız. Bir fikir birliğine varabiliriz ya da varamayız, ama tam da tartışma süreci sayesinde bilgimizi ve kavrayışımızı derinleştirmiş ve tüm tartışmayı farklı bir düzeye yükseltmiş oluruz.
Modern kimya yalnızca simyacıların temel hipotezini –elementlerin dönüştürülmesi– reddederek ilerleyebildi. 18. yüzyılın sonlarından bu yana kimya bilimsel bir temelde gelişti. Geçmişin büyük hedeflerini bir kenara bırakarak, ileri doğru dev adımlar attı. Sonra, 1919’da İngiliz bilimci Rutherford, azot çekirdeklerinin alfa parçacıklarıyla bombardımanını içeren bir deney yaptı. Bu, atom çekirdeğinin ilk kez yarılmasına yol açtı. Rutherford böyle yapmakla, bir elementi (azot) başka bir elemente (oksijen) dönüştürmeyi başardı. Simyacıların yüzyıllık arayışları çözülmüştü, ama onların hiçbir şekilde önceden göremeyeceği bir tarzda. Şimdi bu sürece daha yakından bakalım. Tezle başlıyoruz:
a) elementlerin dönüştürülmesi; bu daha sonra kendi antiteziyle yadsınmaktadır,
b) elementlerin dönüştürülmesinin olanaksızlığı; bu da, sırası geldiğinde ikinci bir yadsımayla tersine çevrilir,
c) elementlerin dönüştürülmesi.
Burada üç şeye dikkat etmeliyiz. İlkin, her yadsıma kesin bir ilerleme, gerçekte ileri doğru nitel bir sıçrama demektir. İkinci olarak, birbirinin ardı sıra gelen her ilerleme, hem önceki aşamayı yadsır, ona karşı tepki verir, öte yandan da onda yararlı ve gerekli olan her şeyi muhafaza eder. Nihayet, son aşama –yadsımanın yadsınması– hiçbir şekilde başlangıç fikrine bir geri dönüşü değil (burada simya), eski biçimlerin nitel olarak daha yüksek bir düzeyde yeniden ortaya çıkmasını ifade eder. Bu arada, kurşunu altına çevirmek artık mümkündür, ama bu zahmete değmeyecek kadar pahalıdır!
Belirli bir noktada, başlangıçta önemsiz istisnalar olarak gözardı edilen uyuşmazlıklar belirir. Sonra eskisine ters düşen yeni bir teori ortaya çıkar ve gözlenen olguları daha iyi açıklıyor görünür. Sonunda, bir mücadelenin ardından, yeni teori eski ortodoksluğu alt eder. Ama bundan sırası geldiğinde çözülmesi gereken yeni sorular ortaya çıkar. Çoğunlukla açığa çıkan şudur ki, başlangıçta gözden düşmüş olduğu düşünülen fikirlere geri döneriz. Ama bu başlangıç noktasına bir geri dönüş anlamına gelmez. Olan, doğanın, toplumun ve kendimizin daha derin bir kavranışını içeren diyalektik bir süreçtir. Felsefe ve bilim tarihinin diyalektiğidir bu.
Sıradan akıl, doğru ve yanlış arasındaki karşıtlığı ne denli katılaştırırsa, verili bir felsefi sisteme ya katılmayı ya da ona ters düşmeyi ummaya, ve bu sisteme ilişkin her açıklayıcı bildirimi yalnızca ya biri ya da öteki için gerekçe olarak görmeye o denli alışır. Felsefi sistemlerin çeşitliliğini hakikatin ilerleyici evrimi olarak kavramaktan çok, bu çeşitlilikte sadece çelişki görür. Çiçek açtığında tomurcuk kaybolur, ve ikincisinin birinci tarafından çürütüldüğünü söyleyebiliriz; aynı şekilde meyve ortaya çıktığında çiçeğin bitkinin varoluşunun yanlış bir biçimi olduğu açıklanabilir, zira meyve kendi doğası gereği çiçeğin yerini almış görünür. Bu aşamalar ayrışmış olmakla kalmayıp, birbiriyle bağdaşmaz aşamalar olarak birbirlerinin yerlerini alırlar. Ama kendi içkin doğalarının kesintisiz faaliyeti onları aynı zamanda organik bir birliğin, yalnızca birbirleriyle çelişmemekle kalmayıp, her birinin diğeri kadar zorunlu olduğu zaman uğrakları yapar; ve tüm uğrakların bu eşit zorunluluğu, tek başına ve böylelikle bütünün yaşamını oluşturur.
Bir yorum “Yadsımanın Yadsınması”