Nedensellik konusu üzerine düşünülmesi gereken ilginç bir konu. Bugünlerde kafama takılmış durumda.
Şimdi nedensellik dediğimiz şeyi açıklamakla başlayalım. Basitçe neden sonuç ilişkisi olarak tanımlanabiliyor. Ama neden ve sonuç ne demektir? İkisi birbirini gerektiren tanımlar olduğundan birini tanımlamak yeterli olacaktır. Bu konuda tam sonuca varabilmiş değilim.
Örneğin A olayını gözlediğimiz “her seferinde” “bir süre sonra” “mutlaka” B olayı gözleniyorsa A, B’nin nedenidir diye tanımlanabilir. Ama bu tam olarak neden sonuç ilişkisini göstermiyor. A’nın B’yi “ortaya çıkarması” gerekiyor aslında. Bu tanım için de derine inmek işleri zorlaştırıyor. Ama bizi zor korkutamaz .
Bir örnek alalım. Mesela yüksekten bırakılan taşlar aşağı düşerler. Aşağı düşmek bir sonuç olduğuna göre bunun nedenini araştıralım. Yerçekimi! (taşı bırakmamız da bir sebep elbette ama es geçelim şimdilik). Güzel… Şimdi yerçekimi birşeyin “sonucu” olmak durumunda. O halde onun da bir nedeni var. Maddelerin graviton saçmaları(?)… Hmm şimdilik fena gitmiyoruz ama maddeler neden graviton saçarlar? İşler karışmaya başladı. (Hipotetik cevaplar vereyim) Quarklar arası belli bir etkileşim nedeni ile saçıyorlar diyelim. Peki neden quarklar bu şekilde etkileşir? Eee sıktın ama deyip kafaya bir tane geçirmenin sırası sanırım . Benim sorunum da burada başlıyor. Bu neden-sonuç ilişkisini sonsuza kadar götürebilir miyiz? Sonsuza kadar gider mi? Yoksa bir noktada nedensiz bir sonuç mu doğar? Doğanın sonsuzları sevmediğini ve sonsuza pek elverişli olmadığını düşünürsek bir noktada nedensizlik söz konusu olmak durumunda.
Tüm nedenselliğin temeli bir nedensizlik olunca benim kafamda nedenselliğin makro bir ilüzyondan öte birşey olmadığı fikri doğmaya başlıyor . Bu biraz can sıkıcı bir düşünce aslında. Tüm bilimin neden-sonuç ilişkisi üzerine kurulduğu düşünülürse. Belki de biz nedensizlikte neden arayan garibanlarız?
Şurası bir gerçek ki bizim düşünme ve öğrenme altyapımız nedenselliğe dayanıyor. Biz bir etki yapar ve tepkiyi gözlemleriz. Bu yolla öğreniriz. “nedenleri” “sonuçlarla” ilişkilendirmektir bizim öğrenme süreci dediğimiz şey. Bu bakımdan doğaya karşı bir “önyargı” ile bakıyor olmamız mümkün. Yani aslında doğa nedensellikten yoksunken biz onu öyle gibi görüyor olabiliriz.
Yeni bilim biraz da bu yöne kaymak üzere. Quantum fiziği nedenselliği biraz allak bullak ediyor. Ama tamamen değil. Bilimde zaten nedenselliğin sınırı olarak “a priori” tanımlar mevcuttu. Yani nedensiz sonuçlar. Eskiden bunlar araştırılmayı ve çözümlenmeyi bekleyen bir alt seviye konularken quantum bunları maddenin özüne doğru gömmek üzere.
Biraz garip, uzun, sıkıcı ve anlaşılmaz yazmış olabilirim. Ama benim de kafam olabildiğine karışık . Bu konuda düşünen ve düşünmek isteyenler varsa tartışmak isterim. Farklı fikirlere ihtiyacım var belki de çıkmazlar konusunda.
Kuantum kuramının Nedensellik konusuna getirdiği yeni bakış açısını aktarabilmek için ayrıntılı matematik denklemlere girmeden basit bir örnek (metafor) sunmanın daha uygun olacağı kanısındayım.
Elimize iki fotoğraf verildiğini ve bunların birinde ardına kadar açık bir kapının, diğerinde aynı kapının tam kapalı olarak görüldüğünü düşünelim. Bu fotoğraflardan hangisinin önce hangisinin sonra çekilmiş olduğunu bilemeyiz. Bu durumda öncelik-sonralık kavramı kaybolacak, zaman okunun yönü hakkında hiçbir yargıya varılamıyacaktır. Diğer bir deyişle, zaman gözlenen bir değişken olamıyacaktır. İşte Kuantum kuramının bize sunduğu bakış açısına göre zaman sürekli olarak gözlenebilen bir değişken değildir. Bu kurama göre geçmişten geleceğe doğru akan bir zaman kavramı yerine sadece ‘an’ kavramından söz edilebilir. Üstelik belli bir anda yapılan deneyin ancak bazı değişkenleri hakkında kesin bilgi edinilebilir. Tüm değişkenler hakkında kesin bilgi edinilemez.
Heisenberg’in belirsizlik prensibine göre bir cismin uzaydaki yerini kesin olarak bilmek istersek onun momentumu (hızı) hakkında kesin bilgiye ulaşamayız. Aynı durum zaman ve enerji çifti için de söz konusudur. Bu belirsizlik ilerde geliştireceğimiz daha hassas veya daha güçlü ölçüm aletlerinden bağımsız bir kısıtlamadır. Kuantum kuramına göre sadece an olduğuna göre, iki an arasındaki süreyi doldurmak ve zamanın akış yönünü saptamak veya zamanın yönü hakkında karar vermek bize düşmektedir. Zaman yönü bize bırakılmış ise zamanın akış yönü geçmişten geleceğe doğru olabileceği gibi, tam aksi yönde gelecekten geçmişe doğru da olabilir. Bize, geçmişten geleceğe doğru tek yönlü aktığı kanısını veren zamanın kaynağına inmeden önce biraz da maddenin yapısına değinmek istiyorum.
İki kapı fotoğrafına geri dönecek olursak, kapı önce kapalı iken sonra açılmış olduğunu var sayabileceğimiz gibi tam tersine önce açık iken sonra kapanmış olduğunu da varsayabiliriz. Bu durumda zaman kavramında süreklilik yok olmaktadır. İki fotoğraf arasında sürekli bilgi akışı bulunmadığından nedensellik kavramı da anlamını yitirmektedir. Nedensellik ise bilimin en temel dayanaklarından biridir. Nedensellik olmadan olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurulamaz ve doğa ile ilgili süreklilik içeren bir kural veya yasa da ileri sürülemez.
Peki, bu durumda Kuantum kuramı nasıl oluyor da doğa hakkında bize doğru bilgi verebiliyor? Gerçekten de, Kuantum kuramı bize doğa hakkında “istatistiki dogru” bilgi veriyor fakat “kesin bilgi” vermiyor. Sadece olasılıklardan söz ediyor ve ‘mutlak gerçek’ kavramı yerine ‘potansiyel gerçek’ (olası gerçek) kavramını sunuyor. Gerçek konusunda günümüz fizikçileri arasında, üç farklı görüş hakimdir.
a) Paralel gerçekler (evrenler) görüşü:
Bu görüşe göre gerçekler bir arada paralel olarak varlıklarını sürdürürler. Hepsi de eşit bir şekilde olasıdırlar. Yani tek bir gerçek yerine eşit durumda birçok gerçek söz konusudur. Bu durumda tüm gerçekler simetriktirler. Simetriyi kırmadığımız sürece hangi olası gerçeğin ortaya gözlenebilir gerçek olarak çıkacağını bilemeyiz. Bu tür bir yaklaşıma “Paralel evrenler yaklaşımı” da diyebiliriz.
b) Ana dalga görüşü:
Bu görüşe göre söz konusu gerçeğe bir dalganın yayılışı olarak bakabiliriz. Gerçek tek olmamakla birlikte asıl etken olarak ortaya çıkan bir ana dalga söz konusudur. Farklı gerçeklerden söz edilebilir ama onlar tek bir ana dalganın etrafında oluşan ikincil küçük dalgalara benzerler. Bu bakımdan etkileri çok zayıf kalır.
c) Olası gerçek görüşü:
Bu görüşe göre mutlak gerçek yerine sadece potansiyel (olası) gerçekten söz edilebilir. Deney yapıp (karar verip) sonuç ortaya çıkmadıkça gerçek hakkında bilgi sahibi olunamaz. Yani doğada gizli bir simetri vardır ve bu gizli simetri kırılmadıkça gerçek hakkında hiçbir fikir ileri sürülemez.
Bu üçüncü varsayıma “Kopenhag Tefsiri” denmektedir. Nedeni ise Danimarkalı fizikçi Niels Bohr tarafından ilk olarak ileri sürülmüş olmasıdır. Günümüzde halen en çok taraftarı olan görüş ‘Olası Gerçek’ görüşüdür. Yani, bu görüşe göre, demin sözü edilen kapı fotoğrafları iki değişik an’ı bize aktarıyorlarsa, iki fotograf arasında var olan gerçek hakkında kesin bir şey söylemek de mümkün değildir. Fakat nedenselliği yeniden kurmak da bize bırakılmış durumdadır. İki kapı fotoğrafı arasına bir üçüncü fotoğraf ekleyip “işte kapıyı açan veya kapayan bu şahıstır” da pekala diyebiliriz. Kuantum kuramı bize bu serbestiyi tanımaktadır. Ancak bu üçüncü şahıs doğada var olan gerçek bir şahıs olması gerekmez. Tamamen kendi hayal gücümüzün ürüne de olabilir. Yeter ki bu varsayım sayesinde birçok farklı deney ve gözlem açıklanabilsin. Şu halde insan şuuru dış dünyadan etkilendiği kadar onu etkilemekte ve oluşturmaktadır da. Bir başka ifade ile ontoloji ve epistemoloji sürekli birbirlerini etkileyip dönüştürmektedirler. Doğa Bilgisi ve Varlık Bilgisi birbirlerinden bağımsız olmayıp, aynen tavuk-yumurta ilişkisi gibi, birbirlerini yaratmaktadırlar. Şu halde Nedensellik de insanın bir miktar ürettiği, belirlemeci (determinst) görüşten kalma bir ön-kabuldur.
Sebeplerin her zaman sonuçlardan önce gelmesi. Nedensellik (ya da sebep-sonuç ilişkisi) fizikte fazlasıyla kutsanmış bir ilkedir. Fakat atomların bozunumu gibi kuantum olaylarının herhangi bir nedene dayanmadığı görülmüştür.