Tüm pratik amaçlar açısından, dünya yüzeyini “düz” olarak ve tüm dikleri de paralel olarak alabiliriz, meselâ tek bir kasabadaki iki evle ilgilendiğimizde durum budur. Fakat tüm dünya yüzeyini içeren daha uzak mesafelerle ilgilendiğimizde, mutlak bir dikten yararlanmaya çalışma teşebbüsünün saçmalıklara ve çelişkilere yol açtığını görürüz. Aynı şekilde, bir gezegenin konumu zorunlu olarak diğerlerinin konumuna göredir. Diğer cisimlerinkine atıfta bulunmaksızın bir cismin konumunu belirlemek mümkün değildir. Bir cismin uzayda “yer değiştirmesi” kavramı, o cismin diğerlerine göre kendi konumunu değiştirmesinden başka bir anlam ifade etmez. Doğanın bir dizi önemli yasası göreli bir niteliğe sahiptir, meselâ, hareketin göreliliği ilkesi ve eylemsizlik yasası. Bu sonuncusu, üzerine herhangi bir dış kuvvet etkimeyen bir cismin ya durgun bir durumda ya da düzgün doğrusal hareket durumunda olabileceğini ifade eder. Fiziğin bu temel yasası Galileo tarafından keşfedilmişti. Pratikte, üzerlerine dış bir kuvvet etkimeyen cisimlerin en azından gündelik yaşamda durgun hale gelme eğiliminde olduklarını biliyoruz. Gerçek dünyada, eylemsizlik yasasının uygulanma koşulları, yani hiçbir dış kuvvetin olmaması koşulu varolamaz. Sürtünme gibi kuvvetler, cisimlerin hareketini sona erdirici etkide bulunurlar. Ne var ki, deneyin koşullarını sürekli olarak geliştirmekle, eylemsizlik yasası tarafından tasarlanan ideal koşullara gittikçe yaklaşmak ve böylelikle de bu yasanın gündelik yaşamda gözlemlenen hareketler için bile geçerli olduğunu göstermek mümkündür. Zamanın göreli (nicel) görünümü, Einstein’ın teorilerinde kusursuz bir biçimde dile getirilir, onun teorileri bu durumu Newton’un klasik teorilerinden çok daha derin bir şekilde ele alır.
Bir şeyin özellikleri, diğer şeylerle ilişkilerinin sonucu değildir, ancak bu özellikler kendilerini ancak diğer şeylerle ilişkileri içerisinde dışa vurabilirler. Hegel bu genel ilişkilere “refleks-kategorileri” diye atıfta bulunuyor. Görelilik kavramı önemlidir, ve bu kavram Hegel tarafından Mantık Bilimi adlı şaheserinin ilk cildinde her yönüyle uzun zaman önce geliştirilmişti.
Uzay ve zaman, maddi âlemi anlamamızı ve ölçmemizi sağlayan soyutlamalardır. Tüm ölçümler uzay ve zamana göredir. Kütleçekim, kimyasal özellikler, ses, ışık, hepsi bu iki bakış açısına göre analiz edilirler. Bu yüzden, ışığın hızı saniyede 300.000 kilometredir, ses ise saniyedeki titreşim sayısına göre belirlenir. Örneğin telli bir çalgının sesi, belli bir titreşim sayısı için gerekli zamanla ve titreşen cismin uzamsal unsurlarıyla (uzunluk ve kalınlık) belirlenir. Zihnin estetik duygularına ahenk olarak gözüken şey, bir oranın, bir ölçümün ve bu nedenle de zamanın bir başka dışavurumudur. Zaman ancak göreli bir tarzda ifade edilebilir. Aynı şekilde, bir metaın değer büyüklüğü de ancak diğer metalara göre ifade edilebilir. Yine de değer metalara içseldir ve zaman genel olarak maddenin nesnel bir özelliğidir. Zamanın yalnızca öznel olduğu düşüncesi, yani insan aklının bir yanılması olduğu düşüncesi, paranın yalnızca hiçbir nesnel anlamı olmayan bir simge olduğu önyargısını çağrıştırır. Bu yanlış öncülden kaynaklanan altını “bir parasal ölçüt olmaktan çıkarma” girişimi, her seferinde enflasyona yol açmıştır. Roma İmparatorluğunda, paranın değeri bir imparatorluk fermanıyla sabitlenmiş ve parayı bir meta olarak değerlendirmek yasaklanmıştı.
Sonuç, paranın değerinin sürekli olarak düşmesiydi. Benzer bir olgu modern kapitalizmde de, özellikle İkinci Dünya Savaşından bu yana vuku bulmaktadır. Tıpkı kozmolojide olduğu gibi ekonomide de, ölçümün, bizzat şeyin kendi doğasıyla karıştırılması pratikte felâketlere yol açıyor.
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Abonelik için e-posta yazmalısınız. Yorumda html etiketleri kullanabilirsiniz.