Barok

16. Yüzyılda, arka planda sürüp gitmekte olan dini çalkantılar karşısında Avrupa sanatı bir kez daha değişti. Barok sanat, Roma Katolisizminin imajını güçlendirmek için seçilen maksatlı bir araç olarak gelişti. Geniş bir üslup yelpazesini içinde barındırırken, duygu, dinamizm ve dramayı ve ek olarak bilhassa resimde, ışık ve tonları resmetmek için yeni metotları bir araya getirdi.

Reform ve matbaanın keşfinden sonra yayılan protestanlığa tepki olarak katolikler dini bölünmeyi durdurmak ve protestanların yönelttiği suçlamaları temize çıkarmak için Katolik Kilisesinin önde gelenleri mümkün olan en çok sayıda insana ulaşabilmek ve onları etkileyebilmek adına çok sayıda eser siparişi verdi.

Trento Konsili, Roma Katolik kilisesi adına sipariş edilen eserlerin anlaşılabilir, açık ve net bir dini içeriğe sahip olması gerektiğini belirledi. Roma Katolisizminin promosyon malzemesi olarak ortaya çıkan Barok döneme ait ilk eserler, onlara bakanlarda empatik ve düşünceli bir tefekkür oluşturması beklentisiyle ayrıntılı betimlemeler, güçlü bir ışık ve duygusallık içeriyordu. Sanatçılar, sınırları önceden belirlenmiş bir tarzda, gösterişli ve maharet dolu illüzyon teknikleri sergileyerek çalışmaya başladılar. Heykelde ve resimde, hareket hissi ve enerji hakimdi. Buna ek olarak, resimde, dramatik efektleri güçlendirmek için ışık ve gölgede sert kontrastlar kullanılıyordu.

Barok Sanat daha sonra Katolik Kilisesinin ötesine geçerek önce kraliyet ailesine sonra aristokrasiye ulaştı. Avrupa’nın bir çok bölgesine yayılarak Barok Sanatım takipçileri ve değişik tarzda eserleri yaygınlaştı. Akla ve duygulara hitap eden Barok sanat, İtalya, Fransa ve İspanya’da görkemli, çarpıcı, duygusal tepkiler uyandıracak bir şekilde icra edilmeye devam etti.

Barok sanatın geliştiği her yerde, sanatçıların toplumdaki önemi arttı. Kendilerinden önce çok az sanatçıya nasip olan bir saygı gördüler. İnsanları hayrete düşürmek ve düşüncelerini etkilemek amacıyla yapılmaya başlanan sanat, kısa sürede, neredeyse bütün bir kıtada en rağbet gören moda haline geldi.

Maniyerizm

Maniyerizm, 1520’lerin Floransa ve Roma’sında , merkezi Avrupa’yı bölen Protestan Reformu, binlerce kişiyi öldüren veba ve 1527’de Roma’nın yağmalanması gibi toplumsal sarsıntılar sırasında gelişti. Bu huzursuzluklara tepki duyan birçok sanatçı, ahenkli Rönesans ideallerini terk edip daha duygusal içerikli imgeler yaratmaya başladılar.

Correggio tablolarında uçsuz bucaksız alan ilüzyonları yarattı. Figürlerini aşağıdan bakıldığında göründükleri şekilde resmetmedeki yeteneği, Maniyerist ressamların, figürlerini alışılmadık pozisyonlarda veya pozisyonlardan çizmelerine ve çarpıcı imgelemler yaratmalarına ilham verdi.

Maniyeristlerin en gözde konularından biri çıplaklıktı. Genellikle uzatıp şeklini bozdukları figürlerde görülen ortak özellikler arasında dar omuzlar, geniş kalçalar ve uzun, incelmiş eller ve ayaklar sayılabilir.

Özgün ve bakanların ilgisini çekecek değişik unsurlara sahip eserler meydana getirdiler. Bunun altında yatan hakim düşünce sanat daha ilginç ve dikkat çekici kılıp kışkırtıcı ve düşündürücü hale getirmek ve sanatçıların klasik oranlar ve üsluplarla istedikleri şekilde oynayabileceklerini göstermekti.

Renk Çarkı

Newton gökkuşağındaki kırmızıdan mora kadar tüm renkleri kullanarak bir renk çarkı oluşturdu. Böylece renklerin birleşme ilişkisini gösterecekti. Ana renkleri -kırmızı, sarı ve mavi- tekerleğe aralıklı olarak yerleştirdi. Bunlar değişik oranlarda karıştırıldığında aralarında kalan diğer renkleri oluşturuyorlardı. Mavi ve turuncu gibi tamamlayıcı renkler birbirinin karşısında yer alıyordu. Bir çok ressam Newton’ın ışık kuramıyla ilgilenmeye başladı. Özellikle de kontrast renkleri ve aydınlanma etkilerini tanımlamada işlerine yarayan renk çarkıyla ilgileniyorlardı. En büyük kontrastı, birbirini tamamlayan renkler yaratıyordu ve gölgeleri boyamada kullanıyolardı.

Gotik Sanat

Gotik sanat, 12. yüzyılda Fransa’da doğdu ve Avrupa’ya kısa sürede yayıldıktan sonra, 200 yıldan uzun bir süre hakimiyetini sürdürdü. Gotik sanat, 1144 yılında Abbot Suger’in Paris’teki Saint-Denis Kilisesi’nin yeniden inşasını yönettiği sırada başladı. Devasa cam pencerelerinden, Abbot Suger’in “cennetin berrak aydınlığı” olarak tarif ettiği ışıkların süzüldüğü yapıp tamamlandığında, yeni bir tarz ortaya çıkmış oldu. Gökyüzünde yükselen sivri uçlu kuleleri ve yenilikçi diğer özellikleriyle Saint-Denis, diğer bir sürü kilise için ilham kaynağı oldu.

Sanat eserlerini tanımlarken kullanılan Gotik terimi, aşağılayıcı bir ifade kast edilerek seçilmişti. Bu etiket ilk kez, takip eden Rönesans döneminde, Roma İmparatorluğu’nu yağmalayan ve çoğu klasik dönem eserini tahrip eden barbar Got kavimlerine atfen kullanıldı. Rönesans sanatçıları bu tarzı hor görüyor olsalar da, ortaya çıktığı dönemde, Gotik sanat, ihtişamlı ve asil kabul ediliyordu.

Yunan sanatçılar, güzelliği imgelemekle uğraşırken, Gotik sanatçılar, kutsal hikayeleri en inandırıcı şekilde anlatmayı amaçlıyolardı. Sanatçılar, mimarlar ve zanaatkarlar Tanrı’nın buyruklarını en açık biçimde aktarmaya çalıştılar.

Şeytan Keman Çaldı

1712’nin bir gecesinde, Şeytan genç kemancı Giuseppe Tartini’yi ziyaret etti ve rüyasında ona keman çaldı.

Giuseppe o müziğin asla bitmemesini istiyordu, ama uyandığında müzik ortada yoktu. O yitirilmiş müziğin peşinde, Tartini iki yüz on dokuz sonat besteledi ve bütün hayatı boyunca nafile bir ustalıkla bunları icra etti.

Dinleyici topluluğu onun başarısızlıklarını alkışlıyordu.