Varoluşçu Psikoterapi Nedir

Varoluşçuluk son yüzyılımızda felsefî bir akım olarak kendini ortaya koydu. Ekzistansiyalist felsefe bir anlam arayışından yola çıktı. İnsanın, kendini ve maddeyi sorgulaması sonucunda karşılaştığı açmazları anlamaya çalıştı. Varoluşçu felsefenin oluşmasına tek bir filozofun katkısı yoktur. Birçok filozof varoluşçu felsefî akımın gelişmesinde rol almışlarıdır. Kirkegaard, Heidegger, Sartre, Neitsche gibi filozoflar bu akımın öncülerinden kabul edilir. Varoluşçu felsefeyi bir bağlamda değerlendirmek, tanımlamak oldukça zordur. Herhangi bir filozof da ortaya çıkarak ‘ben varoluşçuluğun temsilcisiyim’ iddiasında değildir. Özellikle Sartre’ın etkisiyle toplumsal hayata açılan varoluşçu felsefe birçok alanda etkiler yaratmıştır. İnsanı izah etmeye çalışan ve insanın sorunlarına yaklaşım getiren varoluşçu felsefe elbette ki psikoloji içinde de temsilcilerini bulacaktır. Varoluşçuluk bu manada insanın zihinsel yapısının ve dünyayı algılama şeklinin bir başka izah tarzıdır. Psikoloji ve psikiyatride varoluşçuluğun çok etkin bir takım sonuçlarını görmekteyiz.

Psiko-terapötik yaklaşımlar insanın sorunlarına katman katman çözüm bulmaya çalışmaktadır. Davranışçı, Kognitif, Dinamik ekoller bu sorunları çözme iddiasında bulunan psiko-terapötik ekollerdir. Ancak klinik uygulamalarda bu terapötik yaklaşımların tıkandığı, çözüme ulaşamayan ve yolların bittiği yerler ve zaman dilimleri mevcuttur. İşte bu aşamada varoluşçuluk akımı psikiyatriye ve psikoterapiye yeni bir nefes aldırmış, yeni bir açılım sağlamıştır. Psikiyatrik klinik tabloların ekseriyetinde karşılaştığımız temel sorun anksiyete ve korkudur. Anksiyete yani bunaltı, iç daralması bir sinyal niteliğindedir. Normalde reel hayatın uzantıları, bir tehlike arz ediyorsa birey bunaltı içine girer. Bir yakının kaybı, ekonomik felaketler, yaşanılan bir takım ağır travmalar, reel olarak bireyde bunaltı doğurur. Gerçek bir olaya karşı kişinin hissettiği bunaltı normaldir, olması gerekir. Çünkü bir sinyal niteliğinde olan bu bunaltı sayesinde birey bir takım koruyucu tedbirler alır. Bu tedbirler sayesinde de canlığını ve pozisyonunu korur. Aksi takdirde hayatın gerçek yüzü onu saf dışı bırakabilir. Fakat bazı bunaltılar vardır ki bunlar, kaynağına indiğiniz de ya davranışsal bir öğrenme ya bilişsel bir çarpıtma ya da dinamik bir alt yapıya dayanmaktadır. Ancak bazı bunaltılar davranışçı bilişsel ve dinamik yaklaşım tarzlarıyla izah edilememektedir. Zaman zaman klinik uygulamalarımızda bu tip tablolar karşımıza gelebilmektedir.

Devamını oku “Varoluşçu Psikoterapi Nedir”

Pratfall Etkisi

Elliot Aronson da birini neden başkalarından daha çok sevdiğimizin, beynimizin neden bazı kişilerden daha çok hoşlandığının, onlara karşı sempatimizi arttıranın nedenini ‘Pratfall Etkisi’ olarak bulmuştur.

Pratfall etkisi; kişinin ne kadar mükemmel değilse sevilme oranının o kadar artması anlamına gelir (Montaya Matheew ve Horton, 2012).

Hatalar yapan insanları, sakar kişileri mükemmel olan insanlardan daha çok severiz. Düştüğünde gülüp geçebilen bir insanı hiç düşmeyen veya tökezlemeyen insandan daha sempatik bulabiliriz.

Beynimiz, hata yapan insanları, mükemmel insanlardan daha sıcak ve samimi buluyor. Kaliforniya Üniversitesi psikologlarından Elliot Aronson bu konuyla ilgili bir deney yapmıştır. Deneyde; iki grup öğrenciye sorular sorulmuş öğrenciler de bu soruları cevaplamışlardır, cevaplar ses kaydına alınmıştır.

Öğrencilerin cevapları insanlara dinletildiğinde ikinci gruptan daha çok hoşlandıkları ve onları daha çok sevdikleri görülmüştür. İkinci gruptaki öğrenciler; soruları yanıtlarken hatalar yapmışlar, önlerindeki kahveyi dökmüşler ve telaffuz hataları yapmışlardır. Bu hatalar insanlara sevimli, içten ve doğal gelmiş, ikinci gruba karşı sempati duymuşlardır. Mükemmellik insanlarla aramıza mesafe koyuyor. Mükemmel bir insan samimi gelmediği gibi soğuk ve yapay geliyor.

Yani beynimiz hataları seviyor. Mükemmellik sıkıcı geliyor. Sevdiğiniz ya da birlikte olduğunuz insanın hatalarından, sakarlıklarından neden hoşlandığınızın cevabı ‘Pratfall etkisi’ (Bloom,P. t. y.). Dünyadan örnek verecek olursak, ünlü aktrist Jennifer Lawrence Oscar’ını almaya giderken iki kere elbisesine takılıp düşmüştür. Jennifer Lawrence şu anda birçok insan için sempatik, doğal ve samimi bulunuyor.

Pratfall Efekt’i birçok alanda, birçok insan için kullanabilirsiniz. Ünlüler kendilerini sempatik göstermek için buna başvuruyorlar. Sevdiğiniz kişi için, arkadaşlıklarınızda fark etmeseniz de beyniniz hataları seçiyor ve seviyor.

Geri Tepme Etkisi “Backfire Effect”

İkna etmeye çalıştığınız insanlar, önlerine ne kadar kanıt koyarsanız koyun, inandıkları şey her ne ise ona daha sıkı sarılmaya başlarlar..

Bunun en temel nedeni de oluşturdukları dünya görüşünün tehdit altında olduğunu düşünmeleridir..
Aslında bu davranış biçimi iki faktörün sonucudur:
“Bilişsel uyumsuzluk ve geri tepme etkisi”


Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi Leon Festinger tarafından 1957 yılında ortaya atılmıştır. Bu teori, insanın bilişsel yapılanmasında sıkça meydana gelen çelişkili durumların anlaşılması ile ilgilidir..
İnsanın, zihninde çatışan fikirleri, hisleri olduğu zaman duyduğu bir tedirginlik ve rahatsızlık durumu vardır. Bu çatışma bir belirsizlik, bir dengesizlik yaratır. Rahatlamak ve zihinsel balansı sağlamak için, bu çatışmayı sonlandırmak amacıyla bizi içten içe dürten bir şeyler hissederiz. Çatışmayı yaratan zihinsel etkenlerden birini veya birkaçını, tutarlı ve dengeli bir zihin ortamına kavuşmak için manipüle ederiz. Yani, kendi kendimizi kandırırız ve bu bizi rahatlatır..


İlk defa Brendan Nyhan ve Jason Reifler tarafından terim olarak kullanılan Geri Tepme Etkisi (Backfire Effect) ise inançlarına aykırı bir kanıt ile karşılaşan bireylerin bu kanıtı reddederek inançlarına daha da sıkı bir şekilde bağlanmalarını ifade eden bilişsel bir yanlılıktır.
Geri tepme etkisine göre, bireylerin doğru olarak kabullendikleri herhangi bir olgu bilimsel olarak çürütüldüğünde bile bireyler üzerinde tam tersi bir etki yaratabiliyor. İnanç ne kadar ideolojik ve duygu-temelliyse, aykırı kanıtın etkisiz olma olasılığı da o derece artıyor. Kanıtın doğru olma olasılığına daha açık olmak yerine birçok kişi ilk etapta kabullendikleri olgunun doğru olduğunu ikna oluyorlar. İnançlarını sorgulamak yerine onlara sadık kalmayı tercih ediyorlar.
Anlatılan gerçekler durumu daha da kötüleştiribiliyor o zaman insanları inançlarının hatalı olduğuna ikna etmek için neler yapabiliriz..?
1- Duyguları konudan uzak tutun..
2- Tartışın ama saldırmayın..
3- Dikkatli dinleyin ve karşı görüşü de tam olarak anlamaya çalışın..
4- Saygı gösterin..
5- Neden bu fikre inandığını anladığınızı ifade edin..
6- Değişen gerçeklerin mutlaka değişen dünya görüşleri anlamına gelmediğini açıklayın..
7- Bu stratejiler, insanların zihnini değiştirmek için her zaman etkili olmayabilir ama denemekte ve anlamakta fayda var..

Rüya Gören Evren

Bir Ben Yaratmak İçin Rüya Görürüz

Batılı Medeniyetlerin hatırlayabildiği kadar uzun zamandır, rüyalara karşı derin bir cazibe mevcut olmuştur. Kehanet gücüne veya geleceği görme gücüne sahip olduklarının kabul edilmesinin yanı sıra, geçmişin ve hatta geçmiş yaşamların anılarının yeniden canlandırılması için bile kullanılmışlardır. Birçok kültür rüya sırasında ruhun bedenden ayrıldığına ve diğer dünyalara yolculuk yaptığına, belki de hayal alemi adı verilen başka bir evreni ziyaret ettiğine inanır.

Rüyalar, zaman ve mekan sınırlamalarından kurtulmuş gibi görünür. Şair/filozof William Blake’in rüyaları, bir rüyanın kehanet ve yaratıcı gücünü gösterir yani rüya gören kişiye yaratıcı güç verdiği söylenen rüyalar vardır.

Avusturalyalı Aborjin efsanelerine göre evren, uzun bir zaman önce Büyük Ruh’un rüyası olarak bilinmeyen bir alemden vücut buldu. Bu ruh, hala rüya görmektedir ve kıyamet gününe kadar rüya görmeye de devam edecektir. Bu efsaneye göre, zaman ve mekan da rüyada ortaya çıkmıştır ve bütün her şey, tüm maddesel nesneler, tüm yaşayan varlıklar ve bitkiler, hiçbir şey değildir. Sadece Büyük Ruh, tüm görüntüleri rüyada paylaşmak için olanak sağlamıştır. Kısacası, biz sadece rüya görme yeteneği olan rüyalarız. Biz aynı zamanda hem rüya göreniz hem de rüyanın ta kendisiyiz.

Rüyalar göründüklerinden daha fazlası mıdır, belki hayatın daha derin anlamlarına ve evrenin doğasının daha derin içgörüsüne işaret eder mi? Eğer öyleyse, bu içgörü ne olabilir? Belki Aborjin efsanesi daha derin anlama işaret eder. Yaşam sadece bir rüya mıdır? Şüphesiz bundan daha fazlası gibi görünür. Ya hepimizin çevresinde deneyimlediği günlük olaylar ve enerji? Onlarda sadece bir rüya mıdır?

Bu dolambaçlı sorulardan, efsanelerden günümüze, bizim batılı düşünüş tarzımıza, çevremizde gördüğümüz evreni gözetleme şeklimize ve bilhassa bir bilinç araştırmasına ve modern rüya bilimine çok uzun bir mesafe var gibi gözükebilir. Ancak, tür olarak hayatta kalmamız, özbenin ve evrenin evrildiği bu gerekli “öğrenme laboratuvarında”, rüya görmeyi hayati olarak görmeye başlayacağımız bu kitapta yapmaya çalışacağım tam olarak bu yolculuktur. Özetle madde, rüyalar yoluyla evrilir.

Devamını oku “Rüya Gören Evren”

Çoklu Zeka

Zeka “tek bir şey” midir, yoksa farklı zekalardan mı oluşur? 1920’den beri psikologlar akademik becerilerden çok sosyal becerilerle ilgili “sosyal zekalar”dan söz etmektedir.

Bu açıdan psikologlar iki kısma ayrılır. Bir kısmı bireylere bir dizi farklı yetenek testi (sözel akıl yürütme, uzamsal zeka, bellek) verildiğinde, bunlarda genellikle birbirine yakın puanlar aldıklarını düşündüren kanıtlara dikkat çekerler diğerleri ise bir alanda müthiş yeteneği olup diğerlerinde yeteneksiz olan çok sayıda kişiyi örnek gösterir.

IQ testleri pek çok boyut içerse de ve büyük çeşitlilik sağlasa da bir testten iyi alan genel olarak diğer bütün testlerden de iyi puan alma eğilimindedir.

Howard Gardner (1983) zekayı “sorun çözme ya da tek veya birden çok kültürel ortamlarda geçerli ürünler yaratmak” olarak tanımlayıp yedi zeka türü ileri sürdüğünden beri, çoklu zeka kavramı hayatımıza girmiştir.

Eğitsel ortamlarda en geçerli olanları sözel ve matematiksel zekadır. Zeka testlerinde de ağırlık bu iki zeka türünedir.

Diğer üç çoklu zeka ise sanat temellidir. Bunlar müzik zekası, bedensel kinestetik zeka ve uzamsal zekadır.

İki kişisel zeka türü daha bulunmaktadır. Kişiler arası zeka ve öze dönük zeka.

Gardner daha sonra 3 zeka türü adayından daha bahsetmiştir. Bunlar ise doğa zekası, spritüel ve varoluşşsal zekadır. Fakat diğer ikisi reddedilip sadece doğa zekası çoklu zekaya eklenmiş böylece sekiz çeşit zeka türü olmuştur.

Robert Strenberg’e göre ise insan zekasını bileşensel, deneyimsel ve bağlamsal olmak üzere üç türe ayırmaktadır. Bağlamsal zeka pratik zekaya karşılık gelirken, bileşensel yeni şeyler öğrenme, analitik düşünme ve sorun çözmeye , deneyimsel zeka ise yaratıcılık ve benzersiz, özgün düşünme şekli ile açıklanır.

Bunların dışında yine ortaya atılan bir sürü zeka türü vardır. Örneğin cinsel zeka da bunlardan biridir.

Bu zeka türlerinin birbirine bağımlı veya birbirinden bağımsız oluşu ise hala araştırma konusudur.