Biraz kuantumdan zarar gelmez

Aşağıdakilerden biri doğrudur:
• Aldığınız her nefes Marilyn Monroe’nun verdiği nefesten bir atom içerir.
• Yukarı doğru akabilecek bir sıvı türü vardır.
• Bir binanın en üst katında, en alt katına kıyasla daha hızlı yaşlanırsınız.
• Bir atom aynı anda birçok farklı yerde bulunabilir; tıpkı sizin aynı anda hem New York hem de Londra’da bulunmanız gibi.
• Tüm insan ırkı, bir küp şekerin sahip olduğu hacme sığdırılabilir.
• Herhangi bir kanala ayarlanmamış televizyondaki karlanmanın yüzde biri, Büyük Patlama’nın neden olduğu elektromanyetik gürültüdür.
• Zamanda yolculuk fizik kurallarına aykırı değildir.
• Bir fincan sıcak kahvenin ağırlığı, soğuk halinden daha fazladır.
• Ne kadar hızlanırsanız, o kadar incelirsiniz.

Hayır, şaka yapıyorum. Bunların hepsi de doğru!

Bir bilim yazarı olarak, bilimin bilim kurgudan çok daha tuhaf bilgiler içermesi ve evrenin icat edip edebileceğimiz her şeyden çok daha etkileyici oluşu karşısında her zaman hayrete düşmüşümdür. Buna rağmen, 20. yüzyılın sıradışı keşiflerinden pek azı kamuoyunun dikkatini çekebilmiştir. Geçtiğimiz yüzyılın en önemli iki başarısı, atomlar ve bileşenlerini resmeden kuantum teorisi ile uzay, zaman ve kütle çekimini resmeden Einstein’ın genel görelilik teorisidir.

Bu iki teori, dünya ve bizim hakkımızda neredeyse her şeyi açıklamaktadır. Aslına bakılacak olursa, kuantum teorisinin, ayaklarımızın altındaki zeminin neden katı olduğu ve güneşin neden ışıldadığını açıklamanın ötesinde, bilgisayarların, lazer teknolojilerinin ve nükleer santrallerin inşasını mümkün kılarak, bildiğimiz anlamda modern dünyayı yarattığı söylenebilir.

Göreliliğin gündelik yaşam üzerindeki etkileri bu denli aşikar değildir belki. Ne var ki, bu teori bize, hiçbir şeyin, ışığın bile kaçamadığı kara deliklerin varlığını, ezelden beri var olduğu düşünülen evrenimizin aslında Büyük Patlama denilen devasa bir patlamayla oluştuğunu ve zaman makinelerinin -buraya dikkat- mümkün olabileceğini göstermiştir.Bu konular üzerine yazılan önemli kaynakların pek çoğunu okumama ve sahip olduğum bilimsel geçmişe rağmen,getirdikleri açıklamalar beni çoğu zaman şaşkınlığa sürüklemiştir.

Durum böyleyken, bilimle alakası olmayanlar için konunun nasıl görüneceğini düşünemiyorum bile. Edindiğim tecrübelerin tümü, “Temel bilimsel düşüncelerin çoğu özünde basittir ve dolayısıyla herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek bir dille ifade edilebilir,”diyen Einstein’ın haklı olduğunu gösteriyor. Bu kitabı yazarken aklımdaki fikir, sıradan insanların 21. yüzyıl fiziğinin temel prensiplerini anlamasına yardımcı olmaktı.Yapmam gereken yalnızca, kuantum teorisi ve genel göreliliğin temel fikirlerini ortaya koymak (ki bu işin aldatıcı derecede basit olduğu ortaya çıktı) ve geriye kalan her şeyin,mantıksal ve kaçınılmaz olarak, nasıl bu fikirlerden türediğini göstermekti.Söylemesi kolay. Kuantum teorisi, geçtiğimiz 80 yıl içerisinde biriken ve kimsenin tam bir elbiseye dönüştüremediği parçalardan oluşmuş bir yamalı bohçaya benzetilebilir.

Dahası, teorinin evre uyumsuzluğu gibi, neden insanların değil, ancak atomların aynı anda iki yerde olabileceğini açıklayan çok önemli parçalarını anlaşılır şekilde aktarmak fizikçilerin gücünün ötesinde görünmektedir.Birçok “uzmanla” konu üzerine görüştükten sonra,onların da bu kavramı tam olarak anlamamış olabileceğini fark ettim. Bu, bir anlamda, beni özgür kılıyordu.

Ortaya konmuş tutarlı bir açıklama olmadığından ötürü, farklı kişilerden aldığım görüşleri bir araya getirerek kendi görüşlerimi oluşturmam gerektiğini anladım. Bu yüzden,burada yapılan açıklamaların birçoğunu başka hiçbir yerde bulamayacaksınız. Okuyacağınız sayfaların, modern fiziğin temel fikirlerini sarmış olan sisin bir kısmını dağıtacağını ve böylece ne denli büyüleyici bir evrende bulunduğumuzu görerek bunun değerini vermeye başlayacağınızı temenni ediyorum .

Marcus Chown

Tarantino – Bir zamanlar Hollywood’da

Tarantino 9. filmi olan Bir zamanlar Hollywood’da filmi ile büyücülüğün alt dalı olan hikaye anlatımı üzerine güzel bir örnek sergilemiştir. Tarihi değiştirmek ve kutsamak için yapılan bu tür girişimler her zaman takdirimi kazanır. Tarihi insanların hikayeleri belirler ve hikaye anlatıcıları mitlerin, mitolojinin, tarihin yaratıcılarıdırlar. Konuya daha açıklık getirmesi için hoş bir alıntı ekliyorum.

Ona yetkinleşme düzeyinin ne olduğunu sordum. Saf anlayış, diye yanıtladı. Böylesine ani bir erke değişimi yaşayabilmek için, kişinin niyet ile temiz bir bağlantı hattının olması gerekirmiş ve bunun için de saf anlayışla bunu niyet etmek gerekirmiş.

Doğal olarak ondan saf anlayışın ne olduğunu açıklamasını istedim. Güldü ve bir banka oturdu.

“Sana büyücülük ve büyücülerin eylemleri hakkında çok temel bi şey söyleyeceğim,” diye devam etti. Düşüncelerinin kavranamaza doğru attığı perende konusunda.”

Bazı büyücülerin öykü anlatıcı olduklarını söyledi. Öykü anlatmak yalnızca algı sınırlarını genişletmek için öncü koşucu göndermek değil aynı zamanda kusursuzluğa, erke, ve tine bir geçit, bir kapı açmak demekmiş. Bir süre verecek uygun bir örnek ararcasına sessiz kaldı. Sonra, bana Yaqui Kızılderililerinin ‘unutulmaz günler’ dedikleri bir tarihi olaylar derlemine sahip olduklarını anımsattı. Unutulmaz günler dedikleri hikayelerin onların topraklarını işgal eden İspanyollar ve Meksikalılarla verdikler savaşların kulaktan kulağa anlatımı olduğunu biliyordum. Kendisi de bir Yaqui olan don Juan, gönüldeş bir edayla, unutulmaz günlerin kendi ulusunun yenilgi ve dağılışının anlatısı olduğunu vurguladı.

“Peki,” dedi, “okumuş bi adam olduğuna göre, bi öykü anlatıcı büyücünün unutulmaz günlerden bi anlatıyı alıp—örneğin Calixto Muni’ninkini— sonunu değiştirmesine, İspanyol cellatları tarafından sürülüp, bedeninin dörde bölündüğünü söylemek yerine ki işin gerçeği budur, onu halkını kurtaran muzaffer bi asi olarak anlatmasına ne derdin?”

Calixto Muni’nin öyküsünü biliyordum. Unutulmaz günlere göre, savaş stratejisi öğrenmek için, Karayib’lerde bir korsan gemisinde yıllarca çalışmış bir Yaqui Kızılderilisiydi. Sonra Sonora’ya dönmüş, İspanyollara karşı bir özgürlük isyanı başlatmayı başarmış ve sonuçta ihanete uğramış, yakalanmış, ve idam edilmişti.

Don Juan bir yorum yapmam konusunda tatlı dille ısrar etti. Gerçek anlatıyı onun söylediği şekilde değiştirmenin, bu öyküyü anlatan büyücünün olayı aslında olmasını dilediği şekle dönüştürdüğü psikolojik bir amaca hizmet ettiğini söyledim. Ya da belki son derece kendine özgü kişisel bir tavırla olaya dair öfkesini ancak bu şekilde yatıştırabiliyordu. Böyle bir büyücüye, acı yenilgiyi kabullenememesi dolayısıyla vatansever biri diyebileceğimi de ekledim.

Don Juan nefesi kesilene kadar güldü.

“Ama bu tek bi büyücünün sorunu değil,” dedi, “bunu hepsi yapar.”

“O halde bu bütün bir toplumun bilinç altı isteğinin ifade edilmesinin yine aynı toplumca onaylandığı bir düzenbazlık,” diye karşılık verdim.

“Savın çok ikna edici ve mantıklı,” dedi, “ama tinin ölü olduğu için ondaki hatayı göremiyorsun.”

Söylediğini anlamaya davet eder şekilde tatlı tatlı süzdü beni. Söyleyecek herhangi bir şeyim yoktu, bir şey söylersem bu beni hırçın gösterebilirdi.

“Gerçek anlatının sonunu değiştiren bi büyücü,” dedi “bunu tinin doğrultusunda ve onun desteği altında yapar. Çünkü o, niyet ile olan eşsiz bağını kullanarak gerçekten bi şeyleri değiştirebilir. Öykü anlatıcı büyücü şapkasını çıkarıp yere koyar ve onu saat yönünün tersi doğrultusunda üç yüz altmış derece döndürerek buna niyet ettiğini ima eder. Tinin desteği altında, bu basit eylem onu tinin kendisine daldırır. Böylelikle düşüncesinin kavranamaza doğru bi perende atmasına izin vermiş olur.”

Don Juan kolunu başının üzerine doğru kaldırarak, bir an ufkun üzerindeki gökyüzünü işaret etti.

“Saf anlayış oradaki enginliğe doğru giden öncü bi koşucu olduğundan,” diye devam etti, “öyküyü anlatan büyücü içinde kuşkunun zerresi olmadan bilir ki, orada, sonsuzlukta, tam şu anda, tin inmektedir. Calxto Muni, zaferi kazanmıştır. Halkını kurtarmış, amacı, kendisinin ötesine geçmiştir.”

Dokuz Kiremit Oyunu

Neden bilinmez aklıma çocukken oynadığımız dokuz kiremit oyunu geldi. Hala oynanıyor mu bilmiyorum. Oyunun kuralı basit, en az 6 veya daha fazlası ile oynanıyor. Oyuncular iki takıma ayrılıyor. 9 kiremit üst üste dizilir ve birinci grup topla kiremitleri devirmeye çalışır.

Kiremitler devrilirse bunları tekrar dizmeye çalışırlar, ikinci grup da top elinde koşmak yasakken paslaşarak birinci grubun elemanlarını vurmaya çalışır. Vurulan oyundan çıkar. Bu süreçte elbette top bazen uzaklara seker ve birinci grup kiremitleri dizmeyi başarır. O zaman puan alırlar. Dizemeden hepsi vurulursa bu sefer görev ikinci gruba geçer.

Böyle eğlenceli, maceralı bir oyundu. Hem takım ruhu hem fiziksel kondisyon hem yetenek hem eğlence hepsi bir arada bu tür oyunlar artık yerini sanal oyunlara bıraktı sanırım.

Sonsuzluk Üzerine

Öncelikle bir arkadaşımın yazdığı yazıyı ekleyeceğim ve aralarına bu konu hakkındaki görüşlerimi yazacağım. Sonsuz üzerine yazılmış bu yazıyı öncelikle okuyalım.


Sonsuz… Nedir sonsuz? Sonsuz, sınırları olmayan şeye denir. Sınırları olan şey sonsuz değildir. Sonsuz, bir sınıra sahip olmadığı için onun dışı kelimesinden bahsedemeyiz. Bu yüzden de sonsuz, var olan ve var olmayan her şeyi kapsar.
Sonsuzun bir tane olması gerekir. Birden fazla sonsuz birbiriyle sınır oluşturacağı için ve sonsuzun bir sınırı olamayacağı için mümkün değildir. Sonsuz bir ve tektir.
Sonsuz tanımlanamaz. Çünkü biz ve var olan her şey doğal olarak sonsuzun kapsamı içerisindedir. Düşüncelerimiz sınırlıdır, cisimler sınırlıdır, evren sınırlıdır, bilebildiğimiz her şey sınırlıdır. Dolayısıyla bildiğimiz hiç bir şey sonsuzu tanımlayamaz.
Tanımlı nesneler sonsuz olamaz. Örneğin sayılar, sayı içeren hiç bir şey aslında sonsuzun kendisi değildir. Sadece sonsuza doğru giderler. 0 ve 1 sayılarının arasında sonsuz basamak vardır denilebilir. Fakat bu sonsuz basamak aslında 0 ve 1 sayılarıyla sınırlıdır. Sonsuzun sınırları olamayacağı için aradaki sayılara sonsuz değil, “sonsuza doğru giden” diyebiliriz. Sayılar, sayı olma niteliği taşıdıkları sürece “sonsuz” olarak adlandırılamaz, çünkü her hangi bir nitelik o şeyi sınırlandıracaktır. “Sonsuz” ile “sonsuza doğru giden” iki farklı şeydir. Sonsuz bir tane olacağına göre, var olan sadece “sonsuz”dur.
İçinde bulunduğumuz evrenin dışında ne var? Var sayalım başka evrenler var. Peki onların dışında ne var? Yine varsayalım başka evrenler de bir başka evren salkımlarından oluşan bir düzende var oluyorlar. Sonsuz onları da kapsayacaktır. Sonsuz her şeyin içinde olduğu şeydir. Ne kadar ileri giderseniz gidin, varlığın tümü sonsuz tarafından kapsanacaktır. Sonsuz, her şeyi içinde barındırır ve sonsuzun kapsamadığı hiç bir şey yoktur.
Sonsuz aynı zamanda var olmayan her şeyi de içinde potansiyel olarak barındırır. Olmuş, olan ve olacak her şey sonsuzun kapsamı içindedir. Sonsuz içinde zaman ve mekan yoktur, tanımlı hiç bir şey yoktur. Şeyler ancak sonsuzun içinde niteliklerinden sıyrıldığı an sonsuzun bir parçası olurlar.
Hiç bir şey kendi niteliklerine sahipken sonsuz olamaz. Bir taşı sonsuza kadar büyütseniz bile hala o sonsuz büyüklükte bir taş olarak adlandırılacaktır. Çünkü onu hala taş olarak adlandıran sınırlara sahip olacaktır. Sonsuzun sınırları olmaz. Bu yüzden o, “sonsuz” olamayacaktır. Ancak kendi niteliklerinden ayrılıp artık bir taş olmadığı zaman sonsuzun bir parçası yani “sonsuz” olarak adlandırılabilir. O zaman da ortada bir taş olmayacaktır.
Sonsuzu şudur ya da budur şeklinde tanımlayamayız. Zira tanımların hepsi sınırlıdır. Bu yüzden sonsuzun ne olduğunu değil, ancak ne olmadığı hakkında fikir yürütebiliriz. Bu yöntemle belki biraz fikir sahibi olabiliriz ama bu fikirler onu tanımlamaktan “sonsuz” uzaktırlar. Sonsuz bütün tanımların dışında, anlaşılamaz, adlandırılamaz, bilinemezdir. Her şeyi kapsar, içerir bu yüzden aslında var olan her şey odur. Sonsuz hiç bir şey yapmaz, bu yüzden de yapmadığı hiç bir şey yoktur.
Sonsuz sadece vardır, yaratılmamıştır ve yok edilemez.

Bozkurt Göbeloğlu

Yazı bir solukta okunuyor ve anlatmak istediğini gayet net anlatmış. Fakat bir matematikçi olarak ilk önermenin yanlış olduğunu dolayısı ile ondan çıkan tüm önermelerin de yanlış olduğunu belirtmem gerekiyor.

Öncelikle sonsuz tanımlanabilir, hatta işin gerçeği tanımdır zaten. Tanım olmayan bir şeyden bahsetmek zaten mümkün değildir bu noktada. Sonrasında ise sonsuz ve sınırsız farklı şeylerdir. Sonsuzun sınırları olabilir. Tuhaf ama evet bu böyle. Örneğin 0 ve 1 arasında kalan rasyonel sayılar sonsuzdur. Yine sayma sayılar da öyle (alt tarafı sınırlıdır) .

Yazıdaki en büyük problem “sonsuz” ile “sonsuza gitme” farklı kavramlar gibi işlenmiş. Oysa sonsuz zaten sonsuza gitmenin kendisidir. Yani hareket halindedir, bir noktada durmuyordur devamlı bir gidiş hali vardır. Bu da onu sonsuz yapar zaten. Yani kısacası sonsuz ile sonsuza gidiyor arasında fark yok. Bilirsiniz limit vs alırken x giderken sonsuza deriz. Ya da 1/∞ = 0 dır. Buradaki sonsuz sabit bir sayı değil sonsuza doğru gitmeyi ifade eder. Ve o gittikçe de sonuç sıfıra yakınsar. 9.99999…∞ 9 ların sonsuza gittiğini düşünelim bunun değeri 10 dur ve matematiksel olarak ispatlanabilir.

Dolayısı ile yanlış bir önerme ile başlayan tüm çıkarımlar yanlıştır. Yine de bu konu hakkında tartışmak ve fikirlerinizi almak istiyorum.