Joe Flom’dan 3 Ders

Joe Flom büyük buhran yıllarında New York’ta Yahudi bir göçmen ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Aile aşırı yoksuldu. Joe küçük yaşta avukat olmayı kafasına koymuştu. Azmetti, çalıştı ve Harvard’ı bitirdi. Tipinden ve Yahudi oluşundan dolayı iş için başvurduğu hiçbir büyük avukatlık firması onu kabul etmedi. Nihayet 3 avukatın kurduğu yeni yetme Skadden ve Arps firmasında iş buldu. Kısa sürede firmanın büyük ortağı oldu.

Bugün Skadden ve Arps dünya çapında 23 ofiste 2000 avukatın çalıştığı, bir milyar $’ın üstünde ciro yapan, dünyanın en güçlü ve büyük avukatlık firmalarından biridir. Şirket satın alacaksanız veya şirketiniz satın alınıyorsa kendinizi ya bu firmaya emanet edersiniz, ya da ‘keşke etseydim’ dersiniz. Bu hikaye şimdiye kadar anlattıklarımı tekzip mi ediyor sizce? Yoksulluktan zirveye çıkan biri. Ne demiştik? Başarılı insanların başarısı bir tek kendilerinden kaynaklanmaz. Geldikleri yer ve bulundukları ortamın bir ürünüdürler. Joe’nun zekasını, kişiliğini veya hırsını bir kenara bırakalım. Tabii ki bunlara bolca sahipti. Ama diğer faktörlerin hepsi aleyhineydi, ancak hepsi beklenmedik şekilde fırsat ve avantaj teşkil etti.

Joe’yu işe almayan o yılların büyük firmaları tamamen ‘beyazlardan’ oluşan, birbirlerine sıkı sıkıya bağlı, kendini beğenmiş firmalardı. Genellikle şirketlerin vergi, hisse ihracı gibi işlerine bakar, tazminat davalarını ve şirket ele geçirme (takeover) davalarını küçümsedikleri için almazlardı. O yüzden 1950’lerde ve 60’larda Bronx ve Brooklyn’li Yahudi avukatların kapısına gelen davalar beyaz şirketlerin tenezzül etmediği tazminat ve daha da önemlisi, ‘vekaletname’ davalarıydı. Bir yatırımcı bir şirketi ele geçirmeyi kafasına koyunca yönetimi beceriksizlikle suçluyor ve hissedarlara gönderdiği mektupta şirket yöneticilerini genel kurulda devirmek için vekaletnamelerini istiyordu. Vekalet savaşlarında devreye Joe Flom gibi avukatlar giriyordu.

Derken 1970lere gelindi. Piyasalar uluslararası hale geldi, para miktarı arttı. Yatırımcılar saldırganlaştı. Ele geçirmelerin sayısı ve büyüklüğü hızla artmaya başladı. Öyle ki 1970’lerin ortalarından 1980’lerin sonuna kadar birleşme ve ele geçirmelerde ortada dönen para her yıl %2000 artarak çeyrek trilyon dolara ulaştı. Eski ekol firmaların tenezzül etmediği tazminat ve ele geçirme davaları birdenbire bütün firmaların gözdesi oldu. Peki hukukun bu iki alanında kim uzmanlaşmış, kim tecrübe kazanmıştı? 10 – 15 yıl önce büyük firmalarda iş bulamayan Yahudi gençlerin kurduğu, bir zamanların marjinal ikinci sınıf avukatlık firmaları tabi ki. Bir alanda bir kere ün kazandınız mı, yeni müşteriler koşarak size gelir. Bu öykü Bill Joy ve Bill Gates’inkine ne kadar benziyor değil mi? Onlar da hiçbir fayda ummadan tüm zamanlarını bilgisayar başında geçirmişler, PC devrimi başladığında da arkalarındaki 10.000 saatle yarışa çok önce başlamışlardı. Flom da Skadden ve Arps da 20 yıl boyunca dirsek çürütüp uzmanlaşmış, dünya değişiverince de yeni dünyaya hazır olmuştu. Joe olumsuzluğu yenmemişti; olumsuzluk fırsata dönüşmüştü.

Başarı faktörleri arasında kişinin doğum tarihinin de büyük önem taşıdığını daha önce söylemiştik. Dev iş adamlarının (Rockefeller Vanderbilt) 1830 – 1840 arasında, yazılım dahilerinin 1954-1958 arasında doğduğu gibi, Newyorklu Yahudi avukatlar için de en büyük şans 1930’larda doğmuş olmaktı. 1930’ların büyük buhranında doğum oranları adamakıllı düşmüştü. O yüzden bu kuşağın çocukları az öğrencili okullarda iyi eğitim alıyorlar, üniversiteyi bitirince de fazla rakip olmadığından kolayca iş buluyorlardı. New Yorklu başarılı avukatların başka bir ortak noktası da aileleridir.

19. yy’ın sonlarıyla 20. Yy’ın başlarında Amerika’ya göç eden Yahudi göçmenler diğer ülkelerden gelen göçmenlere benzemiyordu. İrlandalı ve İtalyanlar Avrupa’nın yoksul taşrasında icarla çiftçilik yapan köylülerdi. Yahudiler ise, yüzyıllardır Avrupa’da toprak sahibi olmalarına izin verilmediğinden, şehirlere ve kasabalara toplanmışlar, esnaflık ve zanaat öğrenmişlerdi. Bakkallık, kuyumculuk, mücellitlik, saatçilik gibi mesleklere sahiptiler ancak en fazla terzilik, şapkacılık ve kürkçülük gibi giyim işi ile uğraşıyorlardı. Mesleklerini yeni dünyada da sürdürdüler. Öyle ki, 1900’lere gelindiğinde New York’ta giyim sektörü tamamıyla Yahudi göçmenlerin eline geçmişti. Giyim sektörü ise New York ekonomisinin en büyük ve en fazla gelir getiren sektörüydü. Oysa İtalyan ve İrlandalılarda aynı beceriler olmadığından amele, hizmetçi veya inşaat işçisi olarak iş bulabiliyorlardı. Yahudiler kendi kendilerinin patronuydu. Kararlarının ve tuttukları yolun sorumluluğu kendilerine aitti. Kafalarını ve hayal güçlerini kullanıyorlardı. Yaptıkları işte gayretlerinin ödülünü alıyorlardı. Ne kadar çok çalışırlarsa o kadar çok para kazanıyorlardı. Bu üç şey: kendi başına karar ve sorumluluk almak, kompleks bir görev ve gayretle ödül arasındaki orantı, yapılan işten tatmin olmak için mutlak gereken niteliklerdir. Nihayetinde 9’dan 5’e kadar bizi mutlu eden şey kazandığımız para değil, yaptığımız işte tatmin olmaktır. Bu üç kritere sahip işin bir anlamı vardır. Bill Gates Lakeside okulunda klavye başına geçtiğinde de, Beatles her gece 8 saat çalmak durumunda kaldığında da aynı tatmini yaşadıklarından pes etmemişlerdi. Yapılan işin bir anlamı yoksa tam bir hapishanedir. O yüzden hukuk, tıp ve benzeri bir mesleklerde en üst kademelere ulaşmak isteyenlerin çıkaracağı ders şudur: Yeterince sıkı çalışırsanız, kendinizin değerini kanıtlarsınız, kafanızı ve hayal gücünüzü kullanırsanız dünyayı istediğiniz gibi şekillendirebilirsiniz.

Sonuçta çok başarılı New York avukatlarının üç ortak özelliği şunlardır: Yahudi olduğu için vaktiyle ‘beyazlar’ tarafından dışlanmak , anlamlı iş yapan ebeveynin çocuğu olmak ve 1930’larda doğmuş olmak. Bu üç avantaj bugünkü konumlarına gelmelerinde en önemli etkendir.

Bir yanıt yazın