Belki de dolanıklığın potansiyel kullanım alanları içinde en çekici olanı, bir nesnenin tam tanımının uzak bir yere gönderilmesi ve bu uzak yerdeki yetkin bir makinenin aldığı bilgiyle nesnenin kusursuz bir kopyasını çıkarabilmesidir. Bu, sizin de tahmin ettiğiniz üzere, Enterprise mürettebatını rutin olarak bir yerlere “ışınlayan” Uzay Yolu ışınlayıcısının yöntemidir.

Katı bir nesneyi yalnızca bu nesneyi tanımlayan bilgiyle yeniden oluşturmak, sahip olduğumuz teknolojinin çok ötesinde bir durum. Fakat uzak bir noktada herhangi bir nesnenin kusursuz kopyasını yaratma fikri çok daha basit bir şeye dayanıyor. Heisenberg belirsizlik ilkesine göre, bir nesneyi kusursuz bir şekilde tanımlamak imkansızdır tüm atomlarının pozisyonları, bu atomların her birinin içindeki elektronların pozisyonları gibi verilerden bahsediyoruz. Peki öyleyse, bu türden bilgilerin tamamı olmaksızın kusursuz bir kopya nasıl oluşturulabilir?
Dolanıklık bir yol gösteriyor. Asıl nokta, dolanık parçacıkların bölünemez tek bir mevcudiyet gibi davranmasıdır. Bir düzeyde, bu parçacıklar birbirlerinin en derinlerdeki sırlarını bilmektedir.
Diyelim ki elimizde P diye adlandırdığımız bir parçacık var ve bu parçacığın kusursuz bir kopyasını çıkarmak istiyoruz. Müstakbel kopyaya da P* diyelim. Oluşacak makul düşünce, P’nin özelliklerinin tamamını bilmemiz gerektiğidir. Öte yandan Heisenberg belirsizlik ilkesine göre, P’nin herhangi bir özelliğini (mesela yerini) kesin olarak ölçecek olursak, kaçınılmaz bir şekilde diğer bir özelliğine (bu örneğe göre, hızına) dair tüm bilgiyi kaybederiz. Ama düşüncelerimizi felce uğratan bu sınırlılık, dolanıklığın becerikli bir şekilde kullanımıyla bertaraf edilebilir.

Hem P hem de P’la benzer olan, bir başka parçacığı alalım – bu parçacık da A olsun. Burada önemli nokta A ile P’ın dolanık bir çift olduğudur. Şimdi A ile P’yi birbirlerine dolayalım ve çifti bir arada ölçelim. Bu sayede P’nin bir özelliğine dair bilgi edinebiliriz. Fakat bir kez daha Heisenberg belirsizlik ilkesine göre, bu ölçümün sonucunda kaçınılmaz olarak P’nin bir başka özelliğine dair tüm bilgiyi kaybederiz.
Ancak her şey yitirilmiş değil. P, A’yla dolanık olduğundan, A hakkındaki bilgi kalacaktır. Ve A da P’yle dolanık olduğundan, P’yle ilgili olan bilgi de halen tutuluyor olacaktır. Bunun anlamı, P’yle hiçbir zaman teması olmamış olsa da, P’ın P hakkındaki sırları biliyor olmasıdır. Dahası, A ve P üzerine birlikte bir ölçüm yapıldığında ve P’nin bir özelliğine dair belli bir bilgi kaybolmuş gibi göründüğünde, bu bilgi o an içinde A’nın çifti P*’dan sağlanabiliyor olacaktır. Bu durum, dolanıklığın bize bir iyiliği olarak düşünülebilir.
A’dan sağladığımız bilgiler ışığında, P’nin diğer özellikleri hakkında da bilgi sahibi olduğumuzdan, artık P*’ın P’yle tıpatıp aynı özelliklere sahip olduğundan emin olabilmemiz için gerekli olan her şey elimizde demektir. Böylece Heisenberg belirsizlik ilkesinin kısıtlamalarını bertaraf etmek için dolanıklığı kullanmış oluruz.
Şaşırtıcı olan ise her ne kadar P* parçacığının P’yle tıpatıp aynı özelliklere sahip olabilmesi için dolanıklıktan faydalanmış olsak da, aslında hiçbir zaman P’nin kaybolan özelliğine dair herhangi bir bilgiye sahip olmamamızdır! Bu bilgi, hiçbir zaman gözlemleyememiş olsak da, dolanıklığın ürkütücü bağlantılarıyla aktarılmıştır.
Aslında bu olayı ışınlanma olarak adlandırmak da biraz komiktir, çünkü yukarıda anlatılan çıkış yolu, bir Uzay Yolu ışınlayıcısı inşa edebilmenin önündeki sayısız engelden yalnızca birine çözüm önermektedir. Konu üzerinde çalışan araştırmacıların bu güç durumun farkında olduklarından emin olabilirsiniz. Ancak inanın bu araştırmacılar ara sıra gazete manşetlerine çıkmanın da bir iki yolunu elbette ki biliyor.

Uzay Yolu ışınlayıcısının yumuşak karnının, ne ışınlanacak kişinin vücudundaki her bir atomun pozisyonunun (ve diğer verilerin) saptanması, ne de bu bilgiyi kullanarak kişinin bir kopyasını oluşturmak olduğu anlaşılmıştır. Asıl sorun, ışınlanacak kişiyi uzayda tanımlamak için ihtiyaç duyulan bilginin aktarımıdır. Işınlanma sürecinde, stüdyadan çıkan iki boyutlu bir TV görüntüsünün yeniden sizin TV’nizde oluşturulabilmesi için gerekenden milyarlarca kat daha fazla bilginin aktarılması lazım. Bilgiyi yollamanın en bariz yolu ikili “bit”ler olarak görünüyor: nokta ve çizgiler. Eğer ki bu bilgi makul bir zamanda gönderilmek zorundaysa, vurumlar kısa olmalıdır. Ultra-kısa vurumlar ancak ultra-yüksek enerjili ışıkla mümkündür. Bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke’ın ortaya koyduğu gibi, Kaptan Kirk’ü ışınlamak küçük bir galaksideki tüm yıldızların sahip olduğundan çok daha fazla enerji gerektirir.
Işınlanma ve yerel olmama bir kenara, dolanıklığın en çarpıcı noktası, bütün olarak evren için ifade ettiği esas anlamdır. Bir zamanlar, evrendeki tüm parçacıklar aynı durumdaydı. Çünkü tüm bu parçacıklar Büyük Patlama sırasında aynı yerdeydi. Dolayısıyla evrendeki tüm parçacıkların bir noktaya dek, birbirleriyle dolanık olduğunu düşünmemizin önünde hiçbir engel yok.
Evrenin içindeki her şeyi kenetleyen bir kuantum ağı bulunuyor ve bu ağ sizi, beni ve en uzak galaksideki bir maddeyi son zerresine dek birbirine bağlıyor. Telepatik bir evrende yaşıyoruz. Bunun gerçekte ne anlama geldiği ise henüz fizikçiler için bir muamma.
Her şey bir kenara, dolanıklık, kuantum teorisinin ortaya koyduğu önemli bir soru üzerinde de bize yardımcı olabilir: Gündelik dünya nasıl oluşmaktadır?
Orijinal parçacıktaki (P) bilginin normal yollardan aktarılması gerekmektedir. Bunun anlamı, aktarımın, kozmosun nihai hız sınırı olan ışık hızından daha yavaş olması gerektiğidir. Bu yüzden, P ve P* birbirlerinden çok uzakta olsa bile dolanık parçacıklar A ve P arasındaki iletişimin anlık olduğu gerçeğine rağmen, P’*’ın (P’nin kusursuz kopyası) yaratılması aynı anda olmaz.
Dolanıklıkla bile yapılabileceğinizin en iyisinin, bir nesnenin kopyasını ancak orijinal nesneyi yok etme pahasına çıkarmanız olduğunu belirtmekte fayda var. Hem bir kopya yaratmak hem de orijinalini korumak maalesef imkansız görünüyor.