Işınlama

isinlanma

Işınlamanın ne olduğunu hepiniz filmlerden az çok bilirsiniz. Bir yerden bir yere ışık hızıyla transfer. Şu anki bilgilerimiz ışığında bu işlem teorik olarak mümkün, fakat teknik olarak yetersiziz. Başka teoriler elbette bulunabilir fakat şu an ki teorinin etik açıdan bir problemi var.

Öncelikle ışınlamanın teorisi hakkında bir ön bilgi vereyim. İnsan ışınlayacağımızı varsayalım. Bunun için iki süper bilgisayarımız var. Biri dünyada biri de marsta. Dünyadaki bilgisayarın görevi sizin bütün moleküllerinizin yerlerini tespit etmek ve bunları bilgisayar “data” larına (verilerine) çevirmek. Daha sonra bu verileri radyo dalgaları sayesinde (ışık hızıyla yol alırlar) marstaki bilgisayara göndermek. Marstaki bilgisayarın görevi de gelen veriye göre, elinde bulunan malzemeden (karbon, su, hidrojen, vs vs tüm molekül çeşitleri) bir zemin üzerinde dizmekten ibaret.

Böylece işlem bittiğinde yeni bir insan oluşmuş olacaktır.

Buraya kadar herşey yolunda. İşte şimdi etik problem başlamakta. Geride kalan insana ne olacak? Her ışınlamada arkada kalan öldürülmeli mi? Yoksa onlar biriktirilmeli mi? Her ışınlama da artan popülasyon nasıl dengelenecek. İki kişi olmak kimse istemez. Işınlanmış kişi için bir problem yok. O hayatına devam etmek isteyecek.

Işınlamanın etiği üzerine belki seyretmişsinizdir, Prestij isimli bir film var. Çok önceden ortaya atılmış bir problemin beyaz perdeye yansımasıdır.

8 yorum “Işınlama”

  1. 🙂 Öncelikle maddesel parçacıkları bir araya getirerek bir varlık oluşturabilseniz bile bu varlığın canlı olacağını ya da olması gerektiğini neden düşünüyorsunuz ?
    Canlılık tüm sistem parçalarını bir araya getirdiğinizde doğal bir sonuç olarak mı görünüyor size ?
    Eğer böyleyse, bir insanın ölmeden 1 nano saniye önceki fiziksel koşulları ile 1 nonsaniye sonraki koşullarını düşünün ! Ne değişiyorda 1 nano saniye sonra ona ÖLÜ deniyor. Bu kadar kısa bir sürede nedir sistemden çıkan ?
    Yada şöyle söylersek daha doğru olur.
    Işınlama tamamlandıktan sonraki 1 nano saniyeyi nasıl “Işınlayacaksınız” ?

    Ayrıca anlattığınız ışınlama teorisi popüler olan türüdür ve yaklaşık 50 yıldır bu şekilde anlatılır.
    Halbuki bu mantıklı bir çözüm değildir.

    Benim teorim şu şekilde, madde evrenin bir fonksiyonudur, var dediğimiz gibi değildir, onu bizim kriterlerimize göre var eden şey, onun olmadığı yerdeki fiziksel koşullardır.
    yani maddenin asıl varlığı onu sınırlayan şeyin dışıdır. içi değil, herhangi bir parçacığı ele alalım.
    zihnimizde ve realitede onu küre olarak imajine ederiz. Kürenin dışına ise BOŞ adını veririz.
    Halbuki boş olan kürenin kendisidir. Dolu olan ve fiziksel fenomenin gerçekleştiği yer BOŞ dediğimiz yerdedir.
    Bu tıpkı, akvaryumdaki hava kabarcığına benzer. iç basıncı ile dışındaki basıncın dengelendiği noktada bir şekle bürünür. statik görünür ama aslında değildir.

    İşte ışınlanma, ancak bu durumu anladıktan sonra gerçekleşebilir. Şöyle ki : Madem maddeyi oluşturan varlık değil boşluktur. Öyleyse bu boşluğun nitelikleri bizim ışık ile seyahat edebilmemize olanak sağlamalıdır.
    ışık ise maddenin bir başka versiyonundur. Bunu anlamak için kabarcığa tekrar dönmemiz gerekir.

    Kabarcık, bir hava kaynağından oluştuğu için içinde hava vardır. Halbuki analojimiz bu anlamda tam eşleşmemektedir. Boşlukta oluşan maddenin içinde bir şey yoktur. yani oda Mutlak boşluktur.
    Peki nasıl olur ?
    Dönme hareketi ile BOş dediğimiz Uzay-Zaman dokusu titreşir, titreşimin ise bir formu vardır.
    (Bkz : Sicim teorisi ) Bu form aynı suda oluşan bir girdap gibi uzay-zaman dokusunu dışa doğru iter. Ancak bu itiş 3 boyuttadır. Düzgün dağılımda bir küre oluşur. Ancak başka şeylerde oluşur.
    Gizli akımlar gibi !
    Bunlarında çeşitli şekillerde formları vardır. Bu formlar 4 temel kuvvet ve şimdilik 57 parçacık olarak tespit edilmiştir. Daha pek çok formda bulunabilir.
    Önemli olan temelde ne olduğudur.
    Madde Uzay-zaman dokusunu 3 boyuta doğru ittiği halde(X,Y,Z) Işık sadece 2 boyuta iter, açıkta kalan boyut onun hareket ettiği doğrultudur.

    Madde Uzay-Zamanı 3 boyuta ittiğinden statik görünür ama onunda Atalet momenti denilen bir olgusu vardır. Madde için boyutlardan birisini açmaya çalışırsanız (Kararsızlık sınırı yardımıyla) E=mc^2 nispetinde bir enerji ortaya çıkar. Buradaki ışık hızı parametresine ve kare ifadesine dikkat etmelisiniz.

    Hal böyleyken, Işınlanma, otomobilinize binip bir yerden bir yere seyahat etmekten çok faklı olmayacaktır. Çünkü aynı cins varlıklardırlar. Sadece BOŞ(!) luğa dair henüz bulunmamış fiziksel olgular mevcuttur.
    Yinede bu konuda çeşitli teorik çalışmalar vardır.
    Ancak konuyu makro düzeyde ele alırlar. Alcubierre Driver gibi.

  2. Eğer böyleyse, bir insanın ölmeden 1 nano saniye önceki fiziksel koşulları ile 1 nonsaniye sonraki koşullarını düşünün ! Ne değişiyorda 1 nano saniye sonra ona ÖLÜ deniyor. Bu kadar kısa bir sürede nedir sistemden çıkan ?

    Aslında pek böyle olduğu söylenemez. Ölümden sonra tekrar yaşama döndürülebilen bir çok örnek var. Dediğiniz gibi süreç nanosaniyelik bir süreç değil. O yüzden birşey çıktığını zaten düşünmüyorum ölüm anında ve dediğiniz gibi parçaların aynı dizilimi aynı sonucu verecektir. Sonuçta büyük bir sistem. Belki eksik parçalar veya veri kayıpları da olacaktır. Ama bu teknik de ameliyatlarda kullanılabilir. Mesela bir klonunuzun apandist bölgesinin verisi değiştirilerek ışık hızında ameliyat yapılabilir.

    Yorumunuzun diğer kısımlarına ayrıca cevap veririm.

  3. Aslında pek böyle olduğu söylenemez. Ölümden sonra tekrar yaşama döndürülebilen bir çok örnek var. Dediğiniz gibi süreç nanosaniyelik bir süreç değil. O yüzden bir şey çıktığını zaten düşünmüyorum ölüm anında ve dediğiniz gibi parçaların aynı dizilimi aynı sonucu verecektir.

    Bu deterministik bakış açısı değil mi?
    Nedensellik konusundaki yazınızda da belirttiğim gibi Nedenlerin, gerçeğin gizlenmesi konusunda oldukça mahir olduğunu düşünüyorum. Yani aynı dizilim aynı sonucu vermez.
    Bunu ben demiyorum Gödel diyor !

    1. Aynı dizilim olacağını iddia etmiyorum zaten. Bütün canlıların her saniyesinde bile dizilim epey değişiyor. Ama sonuç olarak canlılık gibi epey büyük bir sistemin sonucunu alacaksak bu değişmez. Hani mikro düzeydeki değişimler bunu etkilemez. Canlılığı evren dışı ya da madde-enerji dışı bir şey olarak görmüyorum. O da madde-enerjinin bir fonksiyonu.

      Bir söz vardır “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” diye, O sözün bencesi “Aynı nehirde bir kez bile yıkanılamaz”. Çünkü herşey her an zaten değişiyor.

  4. Bir de şunu eklemek istiyorum. Kalanın sonrasındaki saniyeler veri gönderileni etkilemez tabiki. Giden hangi zamanın verisi gönderildiyse o anılarla gider. Kalan yeni anılar yeni deneyimler yaşayabilir. Bu yüzden etik problem var zaten.

  5. Anlıyorum. tabi sizinle aynı fikirde değiliz, canlılığın madde-enerji ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu dairenin çevresini veren matematik yasası ile bunu hesaplayan ve verisini saklayan bilgisayarla bir ve aynı görmediğim gibi. Tüm evren bir hesap makinesi gibi olsa da, yasalar evren olmasa da olacaklardı.
    Evren olduğu için yasalar var değil, yasalar sayesinde Evren var oluyor.

    Yasa kimse onu bilmese ve hiç bir zaman hesaplanmasa bile mevcut. Bilinir olması görünür olmasına denk, ama herhangi akıllı bir canlı ve düşünce sistemi olmasa da yasa orada duruyor.
    🙂 Bununla ilgili bir fıkra bile var.
    Öğrenci sorar :
    Hocam Arşimed yerçekimini bulmadan önce insanlar neden gökyüzüne düşmedi ?

    1. Evren olduğu için yasalar var değil, yasalar sayesinde Evren var oluyor.

      Elbette bu neredeyse ikibin yıldan daha fazla süren iki farklı konu. Materyalizm ve İdeailizm . Aynı fikirde olmak zorunda tabiki değiliz.

      Fıkrada adı geçmesi gereken kişi Newton sanırım Arşimed değil. Gerçi Newton da genel kanının aksine yerçekimi yasasını bulmadı, genel çekim teorisini oluşturdu. Ama yine de ne demek istediğinizi anladım.

      Yasalarla ilgili ne düşündüğüm de şu yazıda vardı.
      http://www.sonsuz.us/teorinin-hipotez-olgu-ve-yasa-ile-iliskisi/

  6. Fıkra bu ya ! 🙂 Belkide başka bir fıkra ile girişime uğramış olabilir zihnimde !

    Benim düşüncem Materyalizm veya İdealizm den birisini seçmek zorunda olmamak yönünde..
    ikisinin karması veya ikisinin de aynı anda kısmen doğru olduğunu düşünüyorum. Ancak her fikrin kendi etki sahası içerisinde doğruluk alanı mevcut ne birbirlerini ihlal ediyor, nede etkilerini sönümlüyorlar.

    Anlaşılan bu konunun Materyalizm ve İdealizm altında tartışılması daha doğru olacak.

Bir cevap yazın