Exaptation

1440 civarında Almanya’nın Ren bölgesinden bir girişimci, şarap yapımında kullanılan üzüm presini geliştirmeye çalışırken baskı (Matbaa) makinasını icat etti. Aslında buna pek icat da denilemezdi. Çıkarılabilir harfler, mürekkep, pres, hepsi önceden de vardı fakat her biri daha başka alanlarda kullanılıyordu. Guttenberg’in dehası sıfırdan yeni teknoloji yaratma değil, çok farklı alanlarda kullanılan bu teknolojileri geliştirerek alakasız bir sorunu çözmekte yatıyordu. İnsanları sarhoş etmek için tasarlanmış bir makine, kitle iletişiminin motoru olmuştu.

Evrim biyologları bu tür ödünç almayı exaptation olarak adlandırır. Bir organizma belli bir kullanım için bir özellik geliştirir fakat bu özellik bambaşka bir işlev için kullanılmaya başlanır. Bunun klasik örneği kuş tüyleridir. Başlangıçta, uçmayan türden dinazorların vucut ısısını korumak için yaratılmış fakat sonraki kuşaklarda kanat haline gelmiştir. Oto lastiğinin sandal olarak kullanılması bile bir tür exaptation’dır.

Mutasyon, hata ve rastlantılar biyosferin yeni kapıları ardındaki yeni olanakları araştırmanıza yardım eder. Karanlık bir odayı aydınlatmak için yaktığınız kibrit bir bakarsınız aynı zamanda odadaki şömineyi yakmaya yaramış; ilk amacınız aydınlanmak iken, ısınmışsınız da. Exaptation’un özü budur.

Yaratıcılık tarihi exaptation örnekleri ile doludur. 1800’lerin başında Fransız dokumacı Joseph Maril Jaquard, ipekli kumaşlara desen yapmak için delikli kartları icat etmişti. Aynı kartlar Babbage’in analatik makinesinde ve ta 1970 lere kadar bilgisayarları programlamada kullanıldı. Lee de Forest’ın triodu icat etmekteki amacı elektromanyetik sinyalleri algılayıp güçlendirecek bir cihaz yapmaktı. Ne bilsin ki buluşu bir süre sonra hidrojen bombaları imaline yarayacak; bu vakum tüplerinin 17.000 tanesi bir araya getirilerek oluşturulan ilk çağdaş bilgisayar ENIAC’la bomba için gerekli matematik hesapları yapılacak.

Tim Bernard Lee Web’i tasarlarken ilk amacı, akademisyenlerin araştırmalarını birbiriyle paylaşmasını sağlamaktı. Ancak kurduğu platform alışveriş, fotoğraf paylaşımı, porno seyretmekten tutun, binlerce tür kullanıma exapte edildi. Önceleri, Metropol yaşamının sosyal çözülmelere ve yabancılaşmaya yol açtığı düşünülürdü. 1975 te yapılan araştırmalar alt kültürlerin kentlerde, banliyo ve küçük kasabalara göre çok daha iyi palazlandığını göstermiştir. Çoğunlukla farklı olan yaşam tarzları ve ilgi alanları yaşamak için kritik kitleye ihtiyaç duyar zira ufak topluluklarda benzer kafa yapısındaki insanlara rastlamak daha düşük olasılıktır. Bu kişiler büyük kentlerde kendi gruplarını kurarak alt kültürlerini rahatça oluşturular: uyuşturucu bağımlıları, radikaller, entelektüeller, eş değiştirenler, sağlıklı beslenmeye kafayı takanlar vs.vs.

Dolayısıyla kentler exaptation için çok uygun ortamlardır. Özel ilgi ve becerileri besler, alt kültürler ve bireyler bilgi alışverişini kolaylaştıran sıvı şebekeler yaratırlar. Apayrı mesleklerin ve tutkuların bir arada olduğu bir dünya exaptatıon’ın dallanıp budaklandığı bir dünyadır.

Kamuya açık alanlar bu açıdan çok yararlıdır. 18 yy da Londra’da kahvehaneler çoğalınca aydınlanma çağının pek çok innovasyonu arka arkaya gerçekleşti: elektrik üretimi, sigortacılık hatta demokrasinin kendisi. 1920’lerde Paris kahvehanelerinden yazarlar, şairler, sanatçılar, mimarlar omuz omuza oturduğundan zengin bir kültürel innovasyon dönemi yaşanmıştı.

Innovasyonla çeşitlilik arasındaki ilişki araştırıldığında, en yaratıcı bireylerin kendi kurumlarının dışına taşan, farklı uzmanlık alanlarından kişilerle geniş sosyal ağlar kuran kişiler olduğu görülmüştür. Dallanmış yatay sosyal ağlar, dikeylerden 3 kat daha etkin çıkmıştır. Buna “ zayıf bağların gücü” diyoruz. Malcolm Gladwell’in Tipping Point (Kırılma noktası) adlı kitabında söz ettiği gibi. Exaptation açısından, zayıf bağlar yalnızca bilginin şebeke boyunca daha kolay ilerlemesini, böylece kapalı bir grup içine hapsolmaktan kurtulmasını sağlamakla kalmaz, zayıf bağlarla iletilen bir teknoloji bambaşka bir yerde, bambaşka bir teknoloji tetikleyebilir veya bambaşka kullanım alanları keşfedilebilir de. Guttenberg metalurg idi fakat şarap üreticileriyle zayıf bağlar içindeydi. Bu ilişki olmasaydı matbaa muhtemelen ortaya çıkmazdı.

Normalde ipod gibi bir ürünün üretim zinciri şöyle işler: tasarımcıların aklına bir fikir gelir, temel özelliklerini ve görünüşünü mühendislere iletir. Mühendisler nasıl çalıştırılacağını saptayıp imalata, imalat bölümü de üretilen malları satın alması için halkı ikna etmekle görevli satış ve pazarlamacılara iletir. Bu yöntem iyi işleyen sistemlerde işe yarar fakat genellikle yaratıcılığı öldürür zira orijinal fikir , bir bölümden diğerine geçerken hep değişikliklere uğrar ve sonunda tanınmayacak bir ürün ortaya çıkar.

Oysa Apple’ın yaklaşımı başlangıçta daha dağınık, daha kaotiktir fakat kronik “iyi fikirlerin üretim zincirinde ilerlerken içinin boşalması” sorununu ortadan kaldırır. Apple buna eş zamanlı veya paralel üretim adını veriyor. Tasarım, imalat, mühendislik, satış, bütün gruplar ürün geliştirme zinciri boyunca sık sık toplanarak beyin fırtınası, fikir ve çözüm alışverişi, acil meselelerde strateji belirleme, farklı görüşleri sürece katma gibi işlevler yürütürler. Süreç gürültülü ve karmaşıktır fakat sonuçlar ortada değil mi?

Tarihteki büyük innovatörlerden çoğu kendi iş ve özel yaşamlarında kahvahanelerin disiplinler arası ortamını kurmayı başarmışlardır. Joseph Priestley kimya, fizik, jeoloji, siyasi kuramlar arasında dolaşıyordu. Benjamin Franklin elektrik deneyleri, soba tasarımı, matbaacılık ve siyaseti bir arada yürütüyordu. John Snow bir taraftan pratisyen doktorluk yaparken bir taraftan da kolerayı, eterin nasıl kullanılacağını, kurşun zehirlemesini araştırıyordu. Hepsinin ortak yönü farklı hobiler ve uğraşlar edinmiş olmalarıydı. Exaptation’ın gücü budur. Talih, bağlar kuran beynin yanındadır.

Bir cevap yazın