Işınlamanın ne olduğunu hepiniz filmlerden az çok bilirsiniz. Bir yerden bir yere ışık hızıyla transfer. Şu anki bilgilerimiz ışığında bu işlem teorik olarak mümkün, fakat teknik olarak yetersiziz. Başka teoriler elbette bulunabilir fakat şu an ki teorinin etik açıdan bir problemi var.
Öncelikle ışınlamanın teorisi hakkında bir ön bilgi vereyim. İnsan ışınlayacağımızı varsayalım. Bunun için iki süper bilgisayarımız var. Biri dünyada biri de marsta. Dünyadaki bilgisayarın görevi sizin bütün moleküllerinizin yerlerini tespit etmek ve bunları bilgisayar “data” larına (verilerine) çevirmek. Daha sonra bu verileri radyo dalgaları sayesinde (ışık hızıyla yol alırlar) marstaki bilgisayara göndermek. Marstaki bilgisayarın görevi de gelen veriye göre, elinde bulunan malzemeden (karbon, su, hidrojen, vs vs tüm molekül çeşitleri) bir zemin üzerinde dizmekten ibaret.
Böylece işlem bittiğinde yeni bir insan oluşmuş olacaktır.
Buraya kadar herşey yolunda. İşte şimdi etik problem başlamakta. Geride kalan insana ne olacak? Her ışınlamada arkada kalan öldürülmeli mi? Yoksa onlar biriktirilmeli mi? Her ışınlama da artan popülasyon nasıl dengelenecek. İki kişi olmak kimse istemez. Işınlanmış kişi için bir problem yok. O hayatına devam etmek isteyecek.
Işınlamanın etiği üzerine belki seyretmişsinizdir, Prestij isimli bir film var. Çok önceden ortaya atılmış bir problemin beyaz perdeye yansımasıdır.