Dil sayesinde çocuk, insan kültürünün zenginliğine açılır. Diğer hayvanlarda genetik kalıtım faktörü baskınken, insan toplumunda kültürel faktör belirleyicidir. İnsan yavrusu, yetişkinlere, özellikle de onu yaşamın, toplumun ve dünyanın gizlerine büyük ölçüde dil aracılığıyla ayak bastıran ebeveynlerine bütünüyle boyun eğdiği çok uzun bir “çıraklık” döneminden geçmek zorundadır. Çocuk kendisini, kopyalanacak ve taklit edilecek hazır bir modelle karşı karşıya bulur. Daha sonraları bu, özellikle oyun aracılığıyla, diğer yetişkinleri ve çocukları da içerecek şekilde genişler. Bu toplumsallaşma süreci kolay ya da otomatik değildir, ama tüm entelektüel ve ahlâki gelişimin temelidir. Tüm ebeveynler küçük çocukların kendi kendilerine oynarlarken nasıl da kendi kendilerine oldukça neşeli olarak uzun “konuşmalar” yaptıklarını zevkle gözlemiştir. Çocuğun gelişimi, ilkel benmerkezcilik durumundan kopma ve başkalarına ve genel olarak dış gerçekliğe bağlanma süreciyle sıkı sıkıya bağlıdır.
Devamını oku “Düşüncenin Toplumsallaşması”
Etiket: dil
Dilin Doğuşu
Bebekler, konuşma tam olarak gelişmeden önce, isteklerini dışa vurmak için göz teması, çığlıklar ve vücut dilinin diğer öğeleri gibi her türden işareti kullanırlar. Aynı şekilde, ilk hominidlerin de konuşmadan önce birbirleri arasında işaretleşmek için başka araçları kullanmış olmaları gerektiği açıktır. Bu tür bir iletişim diğer hayvanlarda ve özellikle üst primatlarda da mevcuttur, ama konuşma yalnızca insanlara özgüdür. Çocuğun, dilin altında yatan karmaşık kalıplar ve mantıkla birlikte konuşmaya hakim olmak için verdiği uzun mücadele bilincin edinilmesiyle eşanlamlıdır. Benzer bir yol ilk insanlar tarafından da kat edilmiş olmalıdır. İnsan bebeğinin gırtlağı, insansı maymunlar ve diğer memelilerdeki gibi, ses oluğu aşağıda olacak şekilde düzenlenmiştir. Bu yolla hayvanlarınkine benzer çığlıklar atabilir, ama henüz düzgün konuşamaz. Bunun avantajı, boğulmaksızın aynı anda hem çığlık atabilmesi hem de yemek yiyebilmesidir. Daha sonra ses oluğu evrim boyunca gerçekleşen bir süreci yansıtarak yukarı doğru hareket eder. İnsan konuşmasının, birçok geçişsel biçim olmaksızın bir çırpıda ortaya çıkmış olması düşünülemez. Konuşmanın gelişimi, tıpkı insan bebeğinin gelişiminde gördüğümüz gibi, hiç kuşkusuz hızlı gelişim dönemlerini de içeren milyonlarca yıllık bir süreye yayılmıştır.
Devamını oku “Dilin Doğuşu”
Bilişsel Gelişim

Çocukta dil ve düşüncenin gelişimi, ilk kez İsviçreli epistemolog Jean Piaget’nin çığır açan çalışmasında kapsamlı bir incelemeye tâbi tutulmuştu. Teorilerinin bazı yönleri, özellikle de çocukların bir aşamadan diğerine geçiş biçimini yorumlayışındaki esneklik yoksunluğu eleştiri konusu olmuşsa da, onun çalışmaları, neredeyse gözardı edilmiş bir alanda öncü çalışmalar niteliğindeydi ve teorilerinin birçoğu geçerliliğini halen önemli ölçüde korumaktadır. Hegel’in genel olarak diyalektik düşüncenin sistematik bir sergilenişini sunan ilk kişi olması gibi, Piaget de doğumdan çocukluğa, oradan da ergenliğe kadar olan gelişmenin diyalektik sürecine dair bir fikir veren ilk kişiydi. Her iki sistemin de barındırdığı kusurların, bu insanların çalışmalarının olumlu içeriğini karartmasına izin verilmemelidir. Piaget’nin aşamaları şüphesiz oldukça şematik ve araştırma yöntemleri de bir o denli sorgulanmaya açık olsa bile, yine de bunlar, erken insan gelişimine genel bir bakış olarak değer taşımaktadırlar.
Devamını oku “Bilişsel Gelişim”
Dil ve Düşünce Gelişimi
Genel olarak insan düşüncesinin gelişimiyle insan bireyinin dil ve düşüncesinin çocukluk ve ergenlikten yetişkinliğe varan süreç içindeki gelişimi arasında belli bir benzerlik göze çarpar. Tıpkı embriyonun ana rahmindeki gelişmesinin tarihçesinin, hayvan atalarımızın solucandan başlayarak milyonlarca yıla yayılan bedensel evrim tarihinin kısaltılmış bir tekrarından ibaret olması gibi, insan yavrusunun zihinsel gelişimi de, atalarımızın, en azından daha yakın olanlarının, zihinsel gelişiminin daha da kısaltılmış bir tekrarından ibarettir.
Devamını oku “Dil ve Düşünce Gelişimi”
Ana Tanrıça Ma
MA kimdir?
İnsanlar Onu: Kawa, kuwa, awa, ata, ama, aya, kubala, kibele, moo, rama, maya, manitu, dawa, deus, zeus, ara, ra, kangrı, tengri ve daha birçok isimle çağırdılar.
Ana Tanrıça MA kimdir sorusu ancak cok yönlü bir bakış açısı ile ifade edilir, net bir kimliği yoktur. Tam anlamıyla anadolulu veya mezopotamyalı dememizde mümkün değildir. Yeryüzündeki tüm kıtalarda ona ait birşeyler yakalayabilmemiz mümkündür, hem tanrıdır hem tanrıçadır.. her kültürde değişik bir görünüm ile karşımıza çıkar ama o ilktir, tektir, tüm çok tanrılı kültürlerin hatta tek tanrılı dinlerin anasıdır. Esin kaynağıdır. Ayrıca ilkel rastlantıların ürünü değildir, yaşadığımız tüm çağlara adını ve dilini entegre etmiştir. (entegrasyon önermesi tezimizin ana hatlarını oluşturmaktadır). Tarihçilere göre o sadece bir figürdür. Anlaşılmaz nedenlerle kimliği gizlenmiş veya farkına varılmamıştır.
Bu figürlerde ana tanrıça , anaç ve hamile görüntülenmiştir. Çıplak memeleri ve göbeğinin üstünde üçgen! sembolü vardır. Omuzlarında gücü simgeleyen apoletleri ile bağdaş kurmuş veya tahtında oturan çıplak bir kadın heykelidir, cinsel organı görülmez, hamile karnı kapatır onu. Memeleri ile toprağı ,havayı ve suyu emzirir, bu üç element hayatı simgeler, kısaca o doğayı (dünyayı) doğurmuştur. Ve bu elementlerin oluşturacağı kurallar zinciri hayatın yeni elementlerini doğuracaktır. Böylece bu oluşum kaçınılmaz olarak tüm dinlerin yapı taşı olacaktır.
Devamını oku “Ana Tanrıça Ma”