Kuantum Teorisine Göre Gündelik Dünya Nasıl Oluşur?

Kuantum teorisine göre, farklı durumların süperpozisyonlarının var olması yalnızca mümkün olmakla kalmaz, aynı zamanda garanti altındadır. Bir atom aynı anda birçok yerde bulunabilir ve birçok şey yapabilir. Mikroskobik dünyada gözlemlenen tuhaf olayların birçoğuna yol açan, bu olasılıklar arasındaki girişimdir. Ancak çok sayıda atom gündelik dünyadaki nesneleri oluşturmak için bir araya geldiği halde, bu nesnelerin hiçbir zaman kuantum davranışları göstermemesinin nedeni nedir? Örneğin bir ağaç hiçbir zaman aynı anda hem evinizin önünde hem de arkasında takılamaz (tek bir ağacınız olduğu sürece bu imkansızdır) ya da hiçbir hayvan aynı anda hem bir kurbağa hem de zürafa gibi davranmaz.

Bu güç çelişkiyi açıklığa kavuşturmaya yönelik ilk girişim, 1920’li yıllarda, kuantumun öncülerinden Niels Bohr tarafından Kopenhag’da gerçekleştirildi. Kopenhag Yorumu, evreni farklı kanunlarla yürüyen iki alana ayırır. Bir tarafta, kuantum teorisi tarafından yönetilen çok küçük parçacıkların dünyası; diğer tarafta ise normal ya da klasik kanunlarla işleyen çok büyük şeylerin dünyası bulunmaktadır. Kopenhag Yorumu’na göre, atom gibi bir kuantum parçacığı klasik bir nesneyle etkileşime girdiğinde, bu parçacık şizofren süperpozisyonundan çıkmak ve “akla uygun” davranmak zorunda kalır. Bu klasik nesne bir ölçüm cihazı, hatta bir insan bile olabilir.

Peki ama, klasik nesne, kuantum parçacığını kuantumluktan çıkarmak için tam olarak ne yapıyor? Daha da mühimi, klasik anlamıyla “nesneyi” meydana getiren ne? Sonuçta, insan gözü her biri kuantum teorisine riayet eden çok sayıda atomdan oluşmaktadır. Bu ikilem Kopenhag Yorumu’nun zayıf noktasıdır ve yaklaşımın, gündelik dünyanın nasıl oluştuğunu açıklamakta yetersiz kalmasının esas nedenidir.

Devamını oku “Kuantum Teorisine Göre Gündelik Dünya Nasıl Oluşur?”

Tarihin Akışını Etkileyen Rüyalar

Uyanıkken bir türlü içinden çıkamadığımız soruların cevaplarını rüyada bulmak mümkün mü? Ya da rüyadan zihnimizde yaratıcı bir fikirle uyanmak? Her ne kadar kanıtlanması zor olsa da, tarihin akışını etkileyen kimi keşiflerin ardında rüyaların payı varmış gibi görünüyor:

Niels Bohr – Atomun Yapısı: Kuantum mekaniğinin babası olan Bohr, 1911’de doktorasını tamamladıktan sonra atomun yapısı üzerinde çalışmaya başlamış, ama uzun bir süre arayışı sonuçsuz kalmıştı. Derken bir gece rüyasında atomlar gördü: Elektronlar, güneşin etrafında dönen gezegenler gibi çekirdeğin etrafında dönüyordu. Bu rüyadan sonra laboratuvar çalışmalarıyla bu modelin doğruluğunu kanıtlayan Bohr, 1922 yılında bu buluşu için Nobel Ödülü aldı.

Albert Einstein – Işık Hızı: Görelilik kuramını keşfetmeden çok önce, henüz gençken Einstein rüyasında kızakla kaydığını görmüştü. Kızak giderek hızlanıyor, öyle ki ışık hızına yaklaşıyor ve gökteki yıldızlar da bunun sonucunda birbirine karışmış, biçimsizleşmiş görünüyordu. O an Einstein erişebileceğimiz hızın bir sınırının olması gerektiğini anladı ve uzun yıllar boyunca bu teorisini kanıtlamaya çalıştı. Başardığında, tarihin muhtemelen en ünlü teorisini ortaya koymuştu.
Devamını oku “Tarihin Akışını Etkileyen Rüyalar”

Uzam ve Zaman

Zaman ve Uzam Hakkında
Doç. Dr. Haluk Berkmen

Bilimde kullanılan en temel kavramlardan biri zaman diğeri mekân, yani uzamdır. Bu iki kavram olmasa ne madde ne de etkileşim tanımlanabilir. Fakat her ikisi de bizim hem dışımızda hem içimizdedir. Zamanın sürekli bir akış içinde olduğunu varsayıyoruz. Günlerin ve mevsimlerin geçişi bizde zamanın da geçmişten geleceğe doğru aktığı kanısını uyandırıyor. Makro boyutta bu böyle; fakat mikro boyutta böyle mi? Mikro boyutta, Kuantum kuramı zamanın tersinir olduğunu söylüyor. Yani zaman hem geçmişten geleceğe hem de gelecekten geçmişe doğru akmaktadır.

İmmanuel Kant (1724-1804) zamanın ‘ a p r i o r i’ (doğumla verili) yani sonradan edinilmeyen, her insanda doğal olarak bulunan saf bir özellik veya yeti olduğunu ileri sürdü. İnsan bu yetisini kullanarak doğayı yorumlar ve onda bir düzen, bir birlik olduğu sonucuna ulaşır. Kant’ın bu yorumuna ben tin-beden ilişkisi olarak bakmaktayım. Tin insanın psikososyal yapısı ve beden de duyuların tümü olmaktadır. İnsan bu iki farklı ve birbirlerinden bağımsız olan özelliğin aritmetik değil, ‘ vektöryel ’ toplamıdır. Alttaki çizim bu vektöryel toplamı gösteriyor. Vektör kavramı için 36 sayılı Sanalın Gerçekliği başlıklı yazıma bakınız.

Şekilde insan tin-beden bütünlüğü iken nesnelerin de dalga-parçacık bütünlüğü olduğu görülüyor. İki dik eksen O (orijin) yani kaynak veya sıfır noktasında birleşiyor. Bu sıfır kaynak noktasına cansız nesneler söz konusu olduğunda ‘töz’, insan söz konusu olduğunda ‘ruh’ adı verilmiştir. İnsanın nesneleri kavrayabilmesi ne sadece tiniyle (aklıyla) ne de sadece bedeniyle (duyularıyla) olmakta, her ikisinin ortak noktası olan ruhu ile olmaktadır.
Devamını oku “Uzam ve Zaman”

Barometre ile yükseklik ölçümü

Bu soru Kopenhagen’daki bir üniversitenin fizik sınavından alınmıştır:

“Bir gökdelenin yüksekliğini barometre ile nasıl bulursunuz, anlatınız.”

Öğrencilerden birinin cevabı:

“Barometrenin ucuna bir ip baglarsınız.Sonra gökdelenin tepesinden asıp sallarsınız. Barometre yere değdiğinde ipin boyuyla barometrenin boyunun toplamı gökdelenin yüksekliğini verecektir.”

Bu oldukça orijinal cevap hocayı çileden çıkartmaya yetti ve öğrenci dersten kaldı.

Öğrenci cevabının doğruluğu konusunda itirazda bulundu ve üniversite durumu çözmek için başka bir hoca gönderdi. Bu noktada öğrenci hakkında ne düşünürdünüz? Sizin kararınız ne olurdu ? Çocuk kalmalı mı geçmeli mi ?
Devamını oku “Barometre ile yükseklik ölçümü”

Kuantum Kuramının Temel İlkeleri, Felsefesi ve Dünya Görüşü

Kuantum Fiziği ya da mekaniği ne benim ne sizlerin ne de mesleğimizin bire bir ilgi alanında olmadığı için oldukça yeni ve çok boyutlu olduğuna inandığım Kuantum olgusunu ister istemez oldukça yüzeysel ve felsefi açıdan ele alıp bu yolda ortaya konulan savların bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum. Formüllerden ve matematiksel verilerden tamamen arındırılmış bir şekilde sunmaya çalışacağım. Kuantum kavramının, neticede bir sona ulaştırılmasının imkansızlığını da baştan kabul ederek, salt bu kavrama olan bazı belirsizlikleri, yada bu kavrama olan yabancılığımızı birazcık ta olsun giderebilmek, bu konu hakkında birazda olsa eskisinden daha yakın bir yakınlaşma yaratma ve bu kavrama karşı küçükte olsa bir pencere açabilerek, ufkumuzda ve düşüncelerimizi, bu kavramı pekiştirebilme amacında bir basamak yukarı çıkarabilmeye yarar sağlayacağı umuyorum.

quantum1

Temelleri 19. yüzyılın ortalarına dayanan kuantum kavramı, öncelikle kendini fizik alanında göstermiş, gerçek gelişimini 20. yüzyılın ilk yarısında gerçekleştirmiştir.

Kuantum kelime anlamı ile parçacık demektir. Temel felsefesi ise soru sormaktır.

Devamını oku “Kuantum Kuramının Temel İlkeleri, Felsefesi ve Dünya Görüşü”