Pelee Dağı

BİR SEÇİM NASIL TÜM SEÇMENLERİ ÖLDÜRDÜ?

Politikacılar seçim kazanmak için her şeyi yaparlar; hatta tüm seçmenlerini öldürmeyi bile göze alırlar! 1902 yılında, Martinique’teki güzel kent St. Pierre’de böyle bir vaka yaşandı.

Benim gibi zamanında coğrafya derslerine yeterli ilgiyi göstermemişseniz ve bu adanın yerini bilmiyorsanız, sizi atlas karıştırma zahmetinden kurtarayım. Martinique, Karayip Denizi’nde, Venezüella’nın yaklaşık altı yüz kilometre kuzey doğusunda bir adadır.

Bu arada, Kolomb Amerika’yı hiç keşfetmemiş olabilir ama tarihçiler onun bu küçük adayı 1502 yılında keşfetmiş olduğuna eminler. (İki soru: l- İnsanların zaten yaşamakta olduğu bir adayı nasıl keşfetmiş olabilirsiniz? ve 2- Kolomb Tanrının unuttuğu minicik bir adaya rastlarken nasıl olur da koca bir kıtayı bulamaz?)

Öykümüze dönelim:

Adanın her iki bölgesinden de Fransa için bir temsilci seçmek üzere, 10 Mayıs 1902 tarihinde sandık başına gidildi. Seçim sonuçlarının adadaki güç dengelerini değiştirmesi ihtimali oldukça yüksekti.
Devamını oku “Pelee Dağı”

Poon Lim

KURTULMAYI NASIL BAŞARDI?

İnsanlar bir dünya rekoru kırabilmek için her türlü tuhaf şeyi yapabiliyorlar.

Dünyanın en büyük pizzası. En uzun tırnak. Dişleriyle bir treni çekebilen adam. En gürültülü rock konseri. Vesaire, vesaire…

Yine de kimsenin kırmak istemeyeceğinden emin olduğum bir dünya rekoru daha var.

Rekoru elinde tutan kişi Poon Lim adlı bir adam. Atlantik okyanusunun güneyinde, bir cankurtaran botunun içinde tam 133 gün boyunca hayatta kalmayı başardı.

Öncelikle Poon hakkında biraz bilgi. Çin’in güney kıyısı açıklarındaki Hainan Adası’nda doğdu. Yirmi beş yaşına geldiğinde, İngiliz Ticaret Filosu’nun yardımcı kamarotu olarak S. S. Benlomond’da çalışmaya başladı. Güney Afrika’daki Cape Town’dan yola çıkıp Güney Amerika’daki Alman Ginesi’ne (Surinam) giden geminin elli beş kişilik ekibinin parçasıydı.

Şu ana kadar anlattıklarımda olağandışı bir şey yok, bütün bunların İkinci Dünya Savaşı’nın en civcivli günlerinde geçiyor olması haricinde. Atlantik okyanusu Alman Nazi denizaltıları kaynıyordu. Kaçınılmaz olarak, 23 Kasım 1942 tarihinde, bir denizaltı Benlomond’u Brezilya’nın kuzey kıyısı açıklarında tespit etti ve üzerine bir torpido gönderdi.
Devamını oku “Poon Lim”

Yarasa Bombaları

BİR BAŞKA ÇOK GİZLİ SİLAH

Amerika Birleşik Devletleri’nin, Japon şehirleri Hiroshima ve Nagasaki’ye atom bombası atmasının ardından İkinci Dünya Savaşı’nın kısa bir sürede sona erdiğini biliyorsunuzdur. Geçenlerde, Amerika’nın o dönemde üzerinde çalıştığı alternatif bir silahtan haberdar oldum. Bu silah, nükleer silahların sebep olduğu can kaybına da yol açmadan Japonların boyun eğmesini sağlayabilecekti. Yarasalardan bahsediyorum. Canlı, nefes alan, memeli yarasalardan.

Sizi göremesem de kafanızın karıştığından eminim.

Savaşı kazanmak için yarasaları kullanma fikri, Lytle S. Adams adlı Pennsylvanialı bir diş doktorunun parlak buluşuydu. Anlayacağınız, Doktor Adams boş zamanlarını bir tür mucit olarak değerlendirirdi. En başarılı icadının savaşı kazanmakla hiçbir ilgisi yoktu. 1930’larda tasarladığı hava posta sistemi, uçakların postayı teslim almak için yere inmesini gereksiz kılmıştı. Ortağı Richard du Pont ile birlikte kurdukları Tri-State Havacılık şirketi, Federal Express’in 1930’lardaki karşılığıydı. Yıllar içinde, Tri-State Havacılık birçok isim değişikliği geçirdi. Sonunda da ismini muhtemelen duymuş olduğunuz dev bir kuruluşa dönüştü: US Airways.

Bir alçaklık olarak tarihe geçmiş olan 7 Aralık 1941 tarihinde, New Mexico’daki Carlsbad Mağaraları’nı ziyaretten dönen Adams, Japonların Pearl Harbor’ı bombaladığını arabasında öğrendi. Doktorun beynindeki sinirler derhal ateşlendi. Tutukluk yaptı demek daha doğru olur aslında. Aklına, Carlsbad Mağaraları’ndaki milyonlarca yarasa gelen doktor, savaşı bu şekilde kazanabilecekleri sonucuna vardı.
Devamını oku “Yarasa Bombaları”

Fu-Go

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN EN TUHAF SİLAHI

Buna inanmakta güçlük çekebilirsiniz ama ilk kıtalararası bombalama operasyonu Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı düzenlenmiş ve başarıyla da uygulanmıştır. Şimdi hafıza kayıtlarımızda bir yolculuğa çıkalım. İkinci Dünya Savaşı hakkında tüm bildiklerinizi aklınıza getirin. Bu saldırılan bir yere koyabiliyor musunuz?

Acaba Japon kamikazeleri mi saldırmıştı? Hayır, onlar Amerikan gemilerine saldırdılar, topraklarına değil. Japonların, Kaitan isimli, benzer bir kamikaze denizaltı programı da vardı. Kakan ile ABD kıyı şeridine saldırmışlardı. Ama bu kıtalararası bir saldın olarak değerlendirilemez.

Almanlar olabilir mi? Hayır, onlar da Amerika’ya hiç dokunmamışlardı.
Bahsettiğimiz, Japon Fu-Go programı. (Belki bölüm başlığı gözünüzden kaçmıştır diye söylüyorum.) Fu-Go planı, bugüne dek gerçekleşmiş en gizemli ve benzersiz askeri bombalama saldırılarından biridir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Amerika kıtasının ulaşamayacakları kadar uzakta olduğunu ve bu yüzden savaşın tahribatından etkilenmediğini kısa sürede fark eden Japonlar, Pasifik Okyanusu’nu aşıp ABD’yi bombalayacak kağıttan balonlar yaptılar.

İtiraf etmeliyim ki, bu hikayeyi ilk duyduğumda biraz kafam karışmıştı. Japonya ve balonlar bana hemen origamiyi çağrıştırıyordu. Bilirsiniz, şu ilkokulda yaptığımız • kağıttan küçük oyuncaklar. Birilerinin nasıl olup da ufacık bir kağıt balonun Pasifik’i geçerek Amerika’ya zarar vermesini beklediğini tasavvur edememiştim.

Amma da yanılmışım!
Devamını oku “Fu-Go”

İmparator I. Norton

ABD’NİN İLK VE TEK İMPARATORU

Evet, başlığı doğru okudunuz. Bir ara Amerika Birleşik Devletleri’nin bir imparatoru vardı. Hükümdarlığı süresince, ilk ve tek imparator I. Norton olarak anıldı. Politik liderleri halkın seçtiği bir ülkede böyle bir şeyin gerçekleşmiş olması insanın kafasını karıştırsa da, bu hikaye bütünüyle gerçek. Daha fazlasını öğrenmek için okumaya devam edin.

Birçok kral, kraliçe, prens ve prensesten farklı olarak, İmparator Norton bir kraliyet ailesinin ferdi olarak doğmuş değildi. O da bizler gibi sıradan biriydi. Doğum kayıtları bulunamamış olsa da, Joshua Abraham Norton, 1818 yılında Londra’da yaşayan bir Musevi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Norton iki yaşına geldiğinde, pılı pırtıyı toplayıp ailecek Güney Afrika’da-ki Ümit Burnu’na taşındılar.

Norton’ın yolu 1849 yılında bir şekilde San Francisco’ya düştü. California’da Altına Hücum yıllarıydı ve Norton da madencilere araç gereç satarak kendi payını almaya kararlıydı. 1853 yılına gelindiğinde servetinin, ticaret ve arazi anlaşmaları sonucunda, çeyrek milyon dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Bugünün standartlarıyla bile zengin bir adamdı. Devamını oku “İmparator I. Norton”

George Washington

O ASLINDA ABD’NİN DOKUZUNCU BAŞKANIYDI!

Hemen yanıt verin: ABD’nin ilk başkanı kimdi? Eminim birçoğunuzun aklına George Washington ‘un ismi geliyordur. Ne de olsa, akla başka isim gelmiyor. Ama derslerde okuduğunuz tarih kitaplarını bir gözünüzün önüne getirin. ABD, bağımsızlığını 1776 yılında ilan etti. Washington ise 30 Nisan 1789 tarihine kadar başa geçmedi.

Peki ilk yıllarında bu genç ülkeyi kim yönetiyordu? Tabii ki, ilk sekiz Amerikan başkanı. ABD’nin ilk başkanının ismi John Hanson’dı.

“John kim?” dediğinizi duyar gibiyim.

John Hanson, yani Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk başkanı. Adamcağızın ismini ansiklopedilerde aramayın boşuna. Belki çok kısaca değinilen bir iki satır bulabilirsiniz ama o da çok şanslıysanız. Bu adamın yaşamı hakkında çok az şey yazıldı. Hanson, ismi tarihin sayfalan arasında kaybolmuş o büyük adamlardan biriydi.

Yeni ülkenin gerçek kuruluş tarihi, Konfederasyon Hükümleri’nin kabul edildiği l Mart 1781 tarihiydi. Bu belge Kongre’ye ilk kez 11 Haziran 1776 tarihinde önerilmişse de, 15 Kasım 1 777 ‘ye dek üzerinde mutabakata varılamadı. Maryland eyaleti imzalamaya yanaşmıyordu, çünkü öncelikle Virginia ve New York’un, batı topraklarından çekilmesini istiyorlardı. (Maryland, geniş topraklara sahip bu eyaletlerin yeni hükümette fazla güç sahibi olmalarından çekiniyordu.)

1781 yılında hükümler imzalanınca, ülkeyi yönetmek için bir başkana ihtiyaç duyuldu.
George Washington’un da üyesi olduğu Kongre’de oy birliğiyle John Hanson seçildi. Zaten diğer olası adaylar ona karşı yarışmayı istememişlerdi, çünkü Hanson devrimin en önemli ve Kongre’nin son derece güçlü isimlerinden biriydi. George Washington, Hanson’a yazdığı bir mektupta, “Birleşik Devletler’in en önemli mevkiine atanmış olma başarınızdan dolayı sizi tebrik ederim” demişti.
Devamını oku “George Washington”

Amerika’nın İlk Metrosu

BÜYÜK BİR SIRDI

Büyük şehirlerin hemen hepsinde, trafik sorununa çözüm arandığı dönemler olmuştur. Bugün, leş kokulu otobüsler ve her tarafları boyanmış trenler makul sayılabilecek bir çözüm sağlıyorlar. Ama ya on dokuzuncu yüzyılda bu sorunla karşılaşan şehirlerde ne yapılıyordu?

On dokuzuncu yüzyılda kalabalık bir şehirde yaşamanın nasıl olacağım bir düşünün. Toplu taşımacılık araçlarına sahip olmayan milyonlarca insan. Unutmayın ki, motorlu araçlar da henüz icat edilmemişti. Sokaklarda sadece acayip kokulu pislikler bırakan bir sürü at arabası vardı. Burnunuzu kapatmayı unutmayın!

New York şehrinde de benzer bir taşımacılık sorunu mevcuttu ve malum, kullanışlı bir çözüm üretilemiyordu.

Bu noktada devreye Alfred Ely Beach giriyor. Bu adamı tanımıyorsanız dert etmeyin, zaten çoğu kişi tanımaz.

Bilmeniz gereken, Alfred’in 1846 yılında, arkadaşı Orson D. Munn ile birlikte Scientific American adlı yeni bir yayının haklarını satın aldığıdır. Kısa sürede editörü olduğu bu yayını bugün de bildiğimiz büyük bir dergiye dönüştürmüştür.

Muhtemelen, böyle bir dergiyi satın alacak parayı nereden bulduğunu merak ediyorsunuz. Madem bilmek istiyorsunuz, size anlatacağım.
Devamını oku “Amerika’nın İlk Metrosu”