Yeni Sonsuz Us
Sayfalar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11 - 12 - 13 - 14 - 15 - 16 - 17 - 18 - 19 - 20 - 21 -

Karmaşık Organizmalar

delete

Hayatın kendisi inorganik maddeden organik maddeye nitel bir sıçramadır. Bunu meydana getiren süreçlerin açıklaması, günümüz biliminin en önemli ve heyecan verici sorunlarından birini oluşturur. Karmaşık moleküllerin yapılarını çok ayrıntılı biçimde analiz eden, bu moleküllerin davranışlarını yüksek kesinlikle öngören ve canlı sistemlerde belirli moleküllerin oynadığı rolü tanımlayan kimyanın atılımları, biyokimya ve biyofizik gibi, sırasıyla canlı organizmalardaki kimyasal reaksiyonlarla ve canlı süreçlerdeki fiziksel olaylarla uğraşan yeni bilimlerin yolunu döşedi. Bunlar da zaman içinde, son yıllardaki en gözalıcı atılımları kaydeden moleküler biyolojinin içinde birleştiler. Bu şekilde, organik ve inorganik maddeyi birbirinden ayıran eski sabit ayrımlar tamamen ortadan kaldırıldı. Eski kimyacılar bu ikisi arasında katı bir ayrım çizgisi koymuşlardı. Adım adım anlaşıldı ki, inorganik moleküllere uygulanan kimyasal yasalar aynen organik moleküllere de uygulanıyordu. Karbon içeren tüm maddeler (karbondioksit gibi birkaç basit bileşiğin olası istisnası dışında) organik olarak nitelendirilmektedir. Geri kalanlar inorganiktir. Sadece karbon atomları çok uzun zincirler oluşturabilmekte ve dolayısıyla sonsuz çeşitlilikte karmaşık moleküller için olanak yaratmaktadırlar. 19. yüzyılın kimyacıları “albüminli” (Latince yumurta beyazı sözcüğünden) maddeleri analiz ettiler. Buradan kalkarak, yaşamın aminoasitlerden* oluşan büyük protein moleküllerine bağlı olduğu keşfedildi. Planck’ın fizikteki büyük atılımı gerçekleştirdiği 20. yüzyılın başlarında, Emil Fischer, aminoasitleri, bir aminoasidin karboksil grubunu daima yanı başındakinin amino grubuna bağlayacak şekilde zincirler halinde bir araya getirmeye çalışıyordu. 1907’de on sekiz aminoasitten oluşan bir zinciri sentezlemeyi başardı. Fischer bu zincirlere, Yunanca “sindirmek” sözcüğünden hareketle peptidler dedi, çünkü proteinlerin sindirim sürecinde bu tür zincirlere doğru bozunduğunu düşünüyordu. Bu teori, sonunda Max Bergmann tarafından 1932 yılında kanıtlandı.

Bu zincirler, proteinleri yaratmak için gereken karmaşık polipeptid zincirleri üretmek için henüz çok basitti. Dahası, bir protein molekülünün yapısını deşifre etmek inanılmaz derecede zordu. Her proteinin özellikleri, moleküler zincirdeki her aminoasitle olan kesin ilişkisine bağlıdır. Burada da nicelik niteliği belirlemektedir. Bu, biyokimyacılar için görünüşte aşılmaz bir sorun oldu, çünkü on dokuz aminoasidin bir zincirde ortaya çıkabilecek olası dizilişlerin sayısı neredeyse 120 milyon kere milyara varmaktadır. Bir protein olan serum albümini 500’den fazla aminoasitten oluşmaktadır, bu nedenle olası dizilişlerin sayısı yaklaşık 10600’e, yani 1 ve yanına 600 tane sıfıra ulaşmaktadır. Anahtar bir protein molekülünün –insülin– tam yapısı ilk kez İngiliz biyokimyacı Fredrich Sanger tarafından 1953’te saptandı. Aynı yöntemi kullanan diğer bilimciler, bir dizi başka protein moleküllerini deşifre etmeyi başardılar. Daha sonra, proteini laboratuvarda sentezlemeyi başardılar. Şimdi, 188 aminoasit zinciri içeren insan büyüme hormonu gibi karmaşık bir protein de dahil, birçok proteini sentezlemek mümkün.

Yaşam, sürekli ve hızlı biçimde işleyen muazzam sayıda kimyasal reaksiyonlarıyla karmaşık bir etkileşimler sistemidir. Kalpte, kanda, sinir sisteminde, kemiklerde ve beyindeki her reaksiyon, vücudun diğer kısımlarıyla etkileşim halindedir. Hızlı hareketi, çevredeki en küçük değişikliğe ani tepkileri, değişen iç ve dış koşullara sürekli uyarlanmaları sağlayan en basit canlı varlığın işlemleri, en gelişmiş bilgisayardan çok daha karmaşıktır. Burada bütün, en çarpıcı biçimiyle parçaların toplamından fazladır. Vücudun her parçası, her kas ve sinir tepkisi, tüm diğer parçalara bağlıdır. Burada, yaşam diye bildiğimiz olguyu yaratmaya ve sürdürmeye muktedir, dinamik ve karmaşık, başka deyişle, diyalektik bir karşılıklı etkileşimi görüyoruz. Metabolizma süreci, canlı organizmanın verili her an için sürekli olarak değiştiği anlamına gelir; bir yandan oksijen, su ve besin (karbonhidratlar, yağlar, proteinler, mineraller ve diğer ham maddeler) alır, diğer yandan bunları yaşamı sürdürmek ve geliştirmek için gereken maddelere dönüştürerek ve atık ürünleri boşaltarak yadsır. Bütünle parça arasındaki diyalektik ilişki, doğada kendisini, bilimin farklı dallarında yansımasını bulan farklı karmaşıklık düzeylerinde ifade eder.

a) Atomik etkileşimler ve kimya yasaları biyokimyanın yasalarını belirler, ama yaşamın kendisi nitel olarak farklıdır.

b) Biyokimya insanın çevreyle etkileşimindeki tüm süreçleri “açıklar”. Ama yine de insan faaliyeti ve düşüncesi onları oluşturan biyolojik süreçlerden nitel olarak farklıdır.

c) Her birey, kendi fiziksel ve çevresel gelişiminin bir ürünüdür. Yine de bireylerin karmaşık etkileşimlerinin toplamı, ki toplumu oluşturur, nitel olarak farklıdır. Bu durumların her birinde bütün, parçaların toplamından büyüktür ve farklı yasalara riayet eder.

Son tahlilde tüm insan varlığı ve etkinliği atomların hareket yasalarına dayanır. Bizler, kendi iç yasalarına göre işleyen ve süreklilik arz eden bir bütün oluşturan maddi evrenin parçasıyız. Ama a’dan c’ye geçtiğimizde bir dizi nitel sıçrama yaparız ve farklı düzeylerde farklı yasalarla işlem yapma zorunluluğu ortaya çıkar; c, b’ye dayanır ve b de a’ya, ama aklı başında hiç kimse insan toplumundaki karmaşık hareketleri atomik kuvvetlerle açıklamaya kalkışmaz. Aynı nedenle, suç sorununu genetik yasalarına indirgemek kesinlikle boşunadır.

Bir ordu tek tek askerlerin toplamından ibaret değildir. Askeri biçimde örgütlenmiş kitlesel bir güç halinde bir araya gelme işi, birey olan askeri, fiziksel ve moral olarak dönüştürür. Birliği sağlandığı sürece ordu ürkütücü bir güçtür. Bu sadece sayılarla ilgili bir sorun değildir. Napoléon savaşta moralin öneminin gayet iyi farkındaydı. Kalabalık ve disiplinli bir savaş gücünün parçası olarak bireysel asker, son derece tehlikeli durumlarda olağanüstü kahramanlık ve fedakârlık gösterebilirken, normal koşullar altında yalıtık bir birey olarak asla kendisinin buna muktedir olduğunu hayal etmez. Oysa o yine aynı insandır. Ordunun birliği yenilginin etkisi altında dağıldığı an, bütün, bireysel “atomlarına” ayrışır ve ordu, morali bozuk gürültücü bir kalabalık haline gelir.

Engels askeri taktiklerle çok ilgiliydi, bu yüzden Marx’ın kızları ona “General” adını takmışlardı. Hakkında birçok makaleler yazdığı Amerikan İç Savaşının ve Kırım Savaşının ilerleyişini yakından izlemişti. Anti-Dühring’de nicelik ve nitelik yasasının askeri taktiklerle ilişkisini, Napoléon’un yüksek disiplinli askerleriyle Mısır (Memlûk) süvarisinin göreli savaş kapasitelerini örnekleyerek gösterir: Nihayet, niceliğin niteliğe dönüşümü için bir tanık daha çağıracağız: Napoléon. Napoléon kötü sürücüler olmakla beraber disiplinli olan Fransız süvarisiyle, şüphesiz zamanlarının en iyi at binicileri olan ama disiplinsiz olan Memlûklular arasındaki savaşı aşağıdaki gibi tarif eder: “İki Memlûklu hiç şüphesiz üç Fransızdan çok daha fazla ediyordu; 100 Memlûklu 100 Fransıza eşitti; 300 Fransız genellikle 300 Memlûkluyu yenebiliyordu; ama 1000 Fransız şaşmaz biçimde 1500 Memlûkluyu alt ediyordu.” Tıpkı Marx’ta, değişim değerinin sermayeye dönüşebilmesi için, değişken olmakla birlikte kesin bir asgari miktarın zorunlu olması gibi, Napoléon’da da, sıkı düzen ve planlı kullanımda cisimleşen disiplinin gücünün açığa çıkabilmesi ve hatta, daha iyi atlara sahip, daha mahir at binici ve savaşçı, ve en azından diğeri kadar cesur olan daha büyük sayıda düzensiz süvarilere üstün gelebilmesi için, süvari birliğinin belirli bir asgari sayıda olması gerekiyordu. [14]

Sonsuz Us yorumlar yükleniyor...


Yeni Sonsuz Us
Sayfalar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11 - 12 - 13 - 14 - 15 - 16 - 17 - 18 - 19 - 20 - 21 -