Bir Sanat
Kaybetmek sanatını güç değildir öğrenmek;
O kadar çok şey doldurulmuş gözükür ki niyetiyle
Kaybolmanın, onların kaybolması değildir felaket.
Her gün bir şey kaybet. Kabul et telaşını
Kaybolan kapı anahtarlarının, kötü harcanmış bir saat.
Kaybetmek sanatını güç değildir öğrenmek.
Sonra pratiğini yap daha çok şey kaybetmenin, daha hızlı kaybetmenin:
Yerleri ve isimleri ve nerede idi gitmek istediğin yer.
Bunların hiçbirisi getirmeyecektir felaket.
Annemin saatini kaybettim. Ve bak! En sonuncusu ya da
Sondan bir öncesi, üç sevdiğim gitti elimden.
Kaybetmek sanatını güç değildir öğrenmek.
İki şehir kaybettim, hoş olanlar. Ve dünya kadar,
Bazı diyarlar sahibi olduğum, iki ırmak, bir kıta.
Özlerim onları, fakat değildi felaket.
_Seni bile kaybetmek( şakacı ses, sevdiğim bir mimik)
Söylediğim yalan olmayacak, besbellidir,
Kaybetmek sanatını güç değildir öğrenmek
Gözükebilmesine rağmen( yazmak onu) felaket
Elizabeth Bishop
ziyaretçi -- 19.08.2008 - 13:18
Arkadaşlar şiirin ingilizce orjinali ses açısından çok daha etkileyici, tercüme yetersiz kalmış ama daha iyisini ben yapamadım, belki daha iyi amatör çeviriler sizden gelir, denemek eğlenceli olacak belki içinizdeki şairi de ortaya çıkarmış olursunuz, tabi ingilizceyi çat pat bilmek lazım. Ben bu şiiri, tercümeyle değil de esinle bir değişiğini yazdım. Siz de böyle yapabilirsiniz.
Misafir -- 19.08.2008 - 16:56
gayet güzel olmuş...
sonsuz -- 20.08.2008 - 00:29
Ne kadar çok şey kaybediyoruz düşündüğümüzde...
medisis -- 20.08.2008 - 19:49
Kaybetmek sanatını öğrenmek için öğrenmemiz gereken bazen kaybettiğimizde kazandığımız şeylerin olduğunu görebilmemiz gerekir. Yada kazandığımızda da kaybettiğimiz bir şeylerin olabileceğini!
Misafir -- 16.10.2008 - 19:29
Bütün iyi şiirleri bu sitede toplamak gerek değil elbet ama yine de iyi şiir severlere...
EZİLMİŞ SİNEK MİSALİ ÖLÜ AŞK
Bir çok şekilde
Hala bulvarın ara sokaklarından birinde
Sefil bir apartman dairesinde yaşamama rağmen
İyi zamanlar da kapımı çalmıştı.
Korkunç
Engellere rağmen
Merdivenin üst basamağına tırmanmıştım
Çılgınca kaçık düşlere sahip
Eğitimsiz biriydim ve
O düşlerin çoğunu
Gerçekleştirmiştim. ( Yani savaşacaksan ekmeğinin tamamı için savaş.)
Ama neredeyse
Birden
( ki bu işler öyle olur )
Canımdan çok sevdiğim hatun
Beni terk edip
Saat başı
Yabancı ve geri zekalı
Erkekler ve kadınlar
Ve ( doğruyu söylemek adına )
Muhtemelen birkaç
Hayli düzgün insanla
Düzüşmeye başladı.
Ama ( ki bu işler öyle olur)
Önceden
Uyarılmamıştım.
Ve bu beni
Şaşkınlıktan kaynaklanan
Acınası bir isteksizlik
Ve yüreğimi pençeleyen
Acılı bir salaklık haline soktu.
Bir de
Şansım değişirken
Sırtımda
Devasa bir çıban çıktı.
Kayısı büyüklüğünde neredeyse,
Küçük bir kayısı
Ama yine de
Bir canavarlık ve dehşet
İşareti.
Telefonu fişten
Çektim.
Kapıyı kilitledim.
Jaluzileri indirdim ve
İçmeye başladım
Geceyi devirmek için ve,
Çıldırdım muhtemelen
Ama yeni bir tuhaflık
Ve lezzet hissiyle
Careless Love’ın eski bir plağını buldum.
Ve tekrar tekrar
Çalmaya başladım.
O blues parçasının
Umutsuzluğu
Kafesime
Yerime
Kendi
Mutsuzluğuma
Eldiven gibi uyuyordu;
Ezilmiş sinek misali ölü
Aşk
Geriye dönüp yakın geçmişime
Uzandım ve insan olarak
Çok daha iyi, müşfik, uysal
Olabilirdim diye hissettim
Ona karşı değil sadece,
Bakkala
Köşedeki gazeteciye,
Davetsiz misafire,
Pejmürde dilenciye,
Sokak kedisine,
Uykulu barmene,
Ve/ veya
Filan.
Tekrar tekrar
Başarısızlığa uğrarız
Ama sonra, sonunda, belki
Aslında o kadar da korkunç olmadığımızı
Düşünür ve kendimizi
Saat başı düşünen kız arkadaşlar
Ve neredeyse kayısı büyüklüğünde
Çıbanlarla
Buluruz.
Ah pişmanlık!
Ah elem!
Ve o Careless Love plağı
Sesi sonuna kadar açık
Durmaksızın
Çalıyordu.
Ne zamandı ama
Odanın her yerine saçılmış
Bira ve viski şişelerine
Pişmanlıklara ve
Anılara
Takılıp tökezlerken.
Sonunda
Bir hafta kadar sonra,
Kendime geldim
Ve bir Pazar sabahı
Saat dokuzda
Kapımda buldum onu
Saçı derli
Toplu
Makyajı özenle
Yapılmış
Üzerinde yeni bir elbise,
Ağzında bir
Gülümseme_
Yeni bir sayfa açılmış gibi
Orada öylece durup
Aptalı oynadı
Oyunbaz
Kancık
Diğerlerini deneyip
Onları ( bir şekilde )
Yetersiz bulduktan sonra
Dönmüştü ( öyle umuyordu en azından )
Ona bir bira koyup
Viski şişesini neredeyse boşalmış
Bardağıma doğru
Eğerken
Ve bütün bu süre zarfında
O unutulmaz
Careless Love
Şarkısı çalıyordu beynimde
Ama ona duyduğum aşk
Bittiyse şayet
Başka bir şey başlamak
Üzereydi
Uzun bacaklarını
Bacak bacak üstüne atıp
Gülümsedikten sonra
Neşeli bir biçimde, “ ee, anlat bakalım,
Ne yaptın benim yokluğumda.”
Dediğinde
Charles Bukowski
Kadınlar bu şairi sevmezler derlermiş. Kim demiş?
ziyaretçi -- 29.04.2009 - 16:06
Stephan Mallerme
RONDEL 1
Hiç bir şey yok uyandığınızda
somurtmadan karşılayacağınız
korkunç bir gülüş sarsarsa bakınız
kanatlarınızı o yastıklarda
kayıtsız uyuyun, korkusuzca da
ele vermeyecek sizi soluğunuz
hiç bir şey yok uyandığınızda
somurtmadan karşılayacağınız
bütün o canım düşleri bir anda
bu güzellik bozduğu an bakınız
artık ne bir tek çiçek yanaklarda
ne de ölçüsüz elmaslar gözlerde
hiç bir şey yok uyandığınızda
Türkçesi: İlhan Berk
LEYLA -- 30.04.2009 - 07:12
BİLMECE
Hans Werner Henze için
Gelecek bir şey yok artık.
Bir daha ilkbahar olmayacak.
Herkese kehanetidir bin yıllık takvimlerin.
Ama yaz ve hani derler ya,
"yazdan kalma" diye, onlar da olmayacak-
artık hiçbir şey gelmeyecek.
Asla ağlamamalısın,
der bir şarkı.
Onun dışında bir şey
diyen
kimse yok.
KARANLIK ŞARKILAR
Ben de Orpheus gibi çalıyorum şimdi
hayatın tellerinde ölümün ezgisini
ve ne varsa söyleyebileceğim güzelliğine
yeryüzünün, bir de cennetin efendisi gözlerinin,
karanlık şarkılar yalnızca.
Unutma, sen de ansızın
hani o sabah, kurumamışken daha
döşeğin çiğ yağmurlarından ve karanfil
uyurken henüz yüreğinin üstünde,
görmüştün o karanlık nehri
akıp giderken senin kıyılarından.
Gerip suskunluğun tellerini
akan kanın dalgalarına,
ses veren yüreğine sarılmıştım.
Ardından bir tutam saçın, gölgelerde
dönüşüvermişti gecenin saçlarına
karanlığın o kapkara taneleri
kar gibi yağarken yüzüne.
Ve bir parçan değilim ne yazık ki.
Yakınmaktır şimdi yapabildiğimiz, yalnızca.
Orpheus gibi, ben de biliyorum artık
hayatın asla ayrılmadığını ölümden,
şimdi ben, maviliklerinde yüzmekteyim
sonsuza değin kapanmış gözlerinin.
SARHOŞ AKŞAM
Sarhoş akşam, mavi ışıklarıyla sırtında,
yalpalıyor pencerede, istediği şarkı söylemek.
Camlar sarılmışlar birbirlerine korkudan sımsıkı,
akşamın eteklerine dolanmış gölgeleriyle.
O ise sendelemekte evler boyunca, ortalığı karartarak,
bir çocuğa rastlıyor, önünden çığlıklarla kaçan,
ve soluk soluğa koşuyor herkesin peşinden,
kulaklara en korkunç şeyleri fısıldayarak.
Karanlık duvar boyunca uzanan ıslak avluda,
farelerle cirit atıyor şimdi, ve bir kadın
sırtında eskimiş, kurşun rengi elbisesi,
kaçıyor akşamdan, daha kuytularda saklanmak için.
Çeşmeden sicim gibi bir su akmakta hâlâ,
damlalar birbirini yakalamak peşinde
ve akşam, ansızın su içiyor paslı yalaklardan,
yardım ederek karanlık sokakların yıkanmasına.
Sarhoş akşam, mavi ışıklarıyla sırtında,
bir şarkıdır tutturuyor pencerede yalpalayarak.
Kırılıyor camlar. Akşam, kanlı çiziklerle yüzünde
giriyor içeriye, istediği benim karanlığımla boğuşmak.
Ingeborg BACHMANN (şair, radyo oyunları yazarı)
Çev: Ahmet Cemal
hesna -- 05.05.2009 - 22:26
çok güzel bir şiir...
LEYLA -- 06.05.2009 - 17:43
Gayretli Teselli
Güneşim
ışıtmaya gitti
senin
gökyüzünü
Bana ise
ay kaldı
çağırırım onu
tüm bulutlardan
Teselli etmek ister beni
daha sıcak
ve daha aydınlıkmış
ışığı
İnsana
yalnızca
soğumayı düşündüren
sararma değil
Doğ yeniden güneş!
Çok aydınlık
çok sıcak
benim için ay!
Bir Ordu Duyarım
James Joyce'un I hear an army'sinden esin
Bir ordu duyarım, ülkeye saldıran,
Ve beygirlerin ayak seslerini, dalga gibi yaklaşan dizleri köpük içinde:
Arkalarında kibirli kara savaş esvaplarıyla,
Dizginlere dikkat etmeden kırbaçlar havalanarak savaş
arabası sürücüleri durur.
Geceye bağırırlar muharebe adlarını:
Ben uykuda inlerim uzaktan
vızıldayan gülüşleri duyduğumda.
Göz kamaştıran alevlerle düşlerin karanlığını keserler,
Şangırdarlar, yüreğin üstüne örsmüş gibi.
Gelirler muzafferce uzun yeşil saçlarını sallayarak:
Denizden çıkıp bağırarak koşarlar sahilde.
Neden çaresizliğe düşersin canım, bilgelikten yoksun?
Sevgilim, sevgilim, sevgilim neden yalnız bırakırsın beni?
İyi Bahçıvanlar
Ne güzel
bahçeye gideriz
elele
ve sularız
gencecik ağacımızı
bakımını yaparız
Tırtılları ayıklarım ben
Sen su taşırsın
Nasıl da yeşil olurdu
kesmiş
olmasaydık
köklerini
Gerekli Sorular
Ağırlığı
korkunun
Boyu ve eni
sevginin
Özlemin
rengi
gölgede
ve güneşte
Ne kadar taş
yutulmalı
mutluluğun
cezası olarak
ve ne kadar
derin kazmalı
süt ve bal verene dek
toprak
Yaşam Nedir?
Yaşam
küvetimdeki suyun
sıcaklığıdır
Yaşam
açık bağrındaki
ağzım
Yaşam
hiddettir
ülkelerimizdeki haksızlığa
Suyun sıcaklığı
yetmiyor
Şaplatmalıyım da
Yeterli değil
bağrında olması ağzımın
Öpmeliyim de
Haksızlığa karşı hiddet
yeterli değil
Anlamalı özünü
ve de birşey yapmalı buna karşı
ki yaşam
Yaşam olsun ondan sonra
Zayıf An
Artık yanıtlar
yanıtlara
yanıt verir
hazır yanıt
ve sorular
sormaz artık
Ne tür sorular
olurdu zaten acaba?
"Gördün mü sevgiyi?
Niye kaçar?
Ne zamandan beri
gitmez
artık sevgi
sevgiye?
Nasıl bir sevgidir ki
öyle yapar?
Düşmancadır
öyle uzaktan akrabaları
ancak adı
sevgi
değil mi onun?
Başka bir ad mı
vermeli yoksa?
Ve seslenebilir mi
insan ona
kaçmayıp geri dönsün diye?"
Hala soru olurdu
o zaman bunlar
Ancak
soru sormaz artık
sorular
ve yalnızca
hazır yanıtlar
yanıt verir yanıtlara
Yalnızca Değiller
Yalnızca
gazeteler değil
yalnızca safradan
ve korkudan sesler değil
ve yalnızca
faturalar haberler
hüzünlü mektuplar
getiren postacıyla yarış değil
Yalnızca güncel
adiliğe karşı direnme değil
yalnızca tasa
ve yalnızca yas
ve yalnızca acıma
ve yalnızca acilen vaftiz edilen umut
ve boğazlanan inanç değil
daha iyi bir dünyaya
Ancak yalnızcaların öteki yüzünde
başlar yaşam
orada sevgi
gerçek mevsimlerden geçer
orada renklenir renkler
ve sesler
nerdeyse anlaşılır
ve nefes alınabilir
ve herşey
duyumsanabilir ve hissedilebilir
Ancak ben yoruldum
gazetelerden
ve seslerden
ve bu
tek bir yaşamımın
sensiz geçtiği
yalnızcalarla
yarıştan
Ağustos 1979
LEYLA -- 06.05.2009 - 19:16
Çaresizliğe Övgü
Çaresiz bir eylemdir
çaresizliği aşağılamak
çaresizliktir çünkü hayatımızı hayat yapan
Kaçmaya çalıştığımızı
sonuna kadar düşünür
Gözlerimizi kapattığımızın
yüzüne bakar
Ondan daha yüzeysel biri
Ondan daha iyi gerekçeleri olan biri yok
Tüm bu
onun ve bizim bildiğimizin
karşısında olduğu gibi olmaya
daha fazla hakkı olan yok
Sabah erkenden neredeyse mutlu hisseder kendini
Yavaş yavaş kendini tanır
Biriyle konuştuğu
ilk sözcüklerden sonra bilmeye başlar:
Sevinçli değildir
kendisidir daha
Çaresizliğin de değişik havaları ve zaafları vardır
Aklının bir güç, bir yetenek
yoksa bir zaaf mı olduğunu bilmiyor kendisi
Kızgın olabilir
İğneleyici ve haksız davranabilir
Kendi saygınlığını düşünebilir fazlasıyla
Ancak çaresizliğe cesaret olmadan
belki daha az saygınlık bulunurdu
daha az dürüstlük
güce karşı daha az güçsüzlüğün gururu
Haksızlıktır lanetlemek çaresizliği
Olmasaydı çaresizlik çaresiz olurduk hepimiz
Dilini Yutmuş
Neden
şiir yazarsın
hala bu yöntemle
yalnızca
bir azınlığa
ulaşmana karşın
diye sorarlar
yöntemleriyle
yalnızca azınlıklara
ulaşabildiklerinden dolayı
sabırsızlanan
arkadaşlar
benimse
yanıtım yok
onlara verecek
ziyaretçi -- 18.03.2010 - 17:22
Kendimi Kendim Yaratsaydım
Kendi çamuruma kendimi katsaydım
Kendimi kendim yaratsaydım!
Evvelâ eldiven gibi çevirip tersine içimi, günahlarımı ayıklardım.
Ağrılarımı yakalayıp bellerinden,
Şüphelerimi tutup ellerinden denize atardım.
Bir beygir olur insan oğlunun asfaltına işer,
Sevgilimi gördüğüm yerde kişner,
Sevmediklerime de basardım çifteyi.
Kendimi kendim yaratsaydım,
Kendimi kendime göre yaratırdım.
Takvimden asırları siler
Yılları süpürür,
Günleri azat eylerdim.
Kendimi kendim yaratsaydım,
Uçan bulutları durdururdum
Onlarla içimin en güzel yerinde
Bembeyaz bir mabet kurdururdum
Ne deliler gibi güler,
Ne de serviler gibi ağlardım;
Ve günlerden bir gün kapının eşiğine,
Nar taneleri gibi serpip kanımı
Ye kendi elceğizimle bir karanfil gibi koparıp canımı,
Pencerenin demirlerine bağlardım.
Pazarlık etmeden ağlardım
Hiç bir şey beklemeden
Ne serin bir köşe cehenneminden
Ne bir mâhur beste cennetinden!
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
ziyaretçi -- 15.08.2010 - 16:36
PANİK
Artık ıssız kırları bıraktı Pan;
Şimdi birçok ülkelerin milyonluk kentlerinde,
Asfaltlarda, betonlarda dolaşıyor,
Kızgın, uzun yazların öğlen saatlerinde.
Blok apartmanların şahane katlarından
En çalımlı taşıtlara atlıyor.
Devcileyin arkalar, koskoca bankalardan,
Yanında yardakçılar, yaşıyor.
Sessiz, dilsiz kimseleri kestiriyor gözüne,
Dişlilerden kaçıyor.
Fabrika duvarları sağır kale kapıları,
Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar,
Çullanıyor onların az ekmek sevincine.
Değil yalnız yazların kızgın sıcaklarında,
Hemen her gün, hele büyük kentlerde,
Bulvarları tarıyor, hain gülüşleri sessiz.
Pan’la karşı karşıya, gözleri kararıyor
Katı cıvık asfaltta, yalın ayak bir işsiz.
Yoksullar, açlar, hastalar sürünürken
Kentlerin göbeğinde, kuytu köşelerinde;
Hıncını alamamış sanki insanlardan
Uygarlığı zalim, daha da azıtıyor
Atom bombalarında, uzay füzelerinde.
Yarınlar? Gizli kara gazete haberlerinde
O varsa ekmeklerde, sularda ağulu
Hattâ çocuk yüzlerine düşmüşse gölgesi,
Keser bizim gibiler yarınlardan umudu.
Renklerde, emeklerde, ırklarda..
Yahudiler, işçiler, zenciler.. Pan!
Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa
Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan?
Behçet Necatigil
( 1916 - 1979 )
parçuket -- 01.02.2011 - 02:12
''Unutuş saatleriydi bunlar,
insan kardeşlerindi sana seni unutturan...
Ölüm vardı herşeyin sonunda,
ama ölümün arkasında hiç ölmeyen aşkın vardı...
Sevinirdin bazen, gülerdin,
ama içinde bir yer hiç durmadan kanardı...
Sen kendini ne kadar çok unutsan da,
o dinmeyen sızı sana yine seni hatırlatırdı...
Koşardın sevgili sanıp dünyaya,
koşardın ondaki kendini tamamlamaya...
Ve sevgili seni eksik tanıdıkça,
sen onu daha eksiksiz severdin...''
XINTeorisyen -- 17.07.2013 - 20:09
Kurbanım
Yar adıyla başlayayım sözüme
Gülsüz bağda bülbül ötmez kurbanım
Sözü önce söyleyeyim özüme
Yoksa kalpten kalbe gitmez kurbanım
Sen senin olmazsan tüm dertler biter
Varını yokunu mürşidine ver
Ustanın elinde kütük ol yeter
Teslim olan zarar etmez kurbanım
Güvenme kendine ben oldum diye
Pişenler hamım der, bir düşün niye
Tövbe lazım ettiğimiz tövbeye
Bir tövbeyle bu iş bitmez kurbanım
İltifat beklemek kırılmak nedir
O kapıdan kovsa sen bacadan gir
Ha sevmiş ha dövmüş ikisi de bir
Sevmese kaşını çatmaz kurbanım
Çalış nasibini al dünyadan yana
Ama sanma dünya yar olur sana
Ahiret parası lazım insana
Güneş hep batıdan batmaz kurbanım
Hizmet yoksa himmet olmaz bu kesin
Hem hizmet nimettir böyle bilesin
Gayret et gönle gir “benimdir” desin
Sultan kölesini atmaz kurbanım
Yap dediğini yap emrine göre
Bu iş bensiz olmaz deme boş yere
O eli tutmuşsa insan bir kere
Nefsini hesaba katmaz kurbanım
Cahiller ağzını açınca ben der
Ben deyip yol alan var mı hiç göster
Eli hep güzel gör kendini hep yer
Tezek su dibine batmaz kurbanım
Günahtı sevaptı bunlar boş hesap
Her neyi yaparsan Allah için yap
Avamın işidir bu hesap kitap
Aşıklar kar zarar gütmez kurbanım
Dua kabul, niye sıddıkın ahı
Ne dedi hızıra nakşibend şahı
Hatırla idrak et anla bu rahı
Ben sadıkım demek yetmez kurbanım
Sadakat ne derse doğru demekmiş
Onsuz doğrulara eğri demekmiş
Sadakat sıddıkın bağrı demekmiş
Ciğer yanar duman tütmez kurbanım
Er olmak isteyen serinden geçer
Bir saki elinden badeyi içer
Seç deseler yarin zehrini seçer
Ağyarın balını tatmaz kurbanım
Sözün özü derdi minnet bil cana
Yare can ver ki can yar olsun sana
Serdar isen serini koy meydana
Kurbanlara bıçak tutmaz kurbanım
Serdar Tuncer