CITIBANK’IN EĞİK KULESİNE DİKKAT EDİN
Son yirmi yıl içerisinde New York’ta bulunduysanız, Citicorp Kulesi’ni muhakkak biliyorsunuzdur. Bu binanın gözünüzden kaçmış olması mümkün değil. Üçgen çatılı tek gökdelen olduğundan, sanki Bay Pisagor’un (dik üçgen teorisiyle ünlü olduğu için) şahsına ithafen inşa edilmiş.
Ancak bu devasa yapının az daha Manhattan Island halkının üzerine yıkılacağını pek az kişi biliyor gibi. Eğer New Jersey’de bir üniversite öğrencisinin dikkatini çekmemiş olsaydı, on binlerce insan tek bir felaketle yaşamlarını kaybedebilirlerdi.
Öncelikle bu süper binanın geçmişi hakkında biraz bilgi verelim.
Sanırım Otis’in emniyet asansörünü keşfedişine kadar gitmemiz mümkün. Fakat o hikayeyi bir başka sefere saklamak daha doğru olacak. Biz şimdilik 1977 yılına dönelim. Güçlü New York şehri iflasın eşiğine gelmişti ve suç oranı da giderek yükseliyordu. Kimse bu şehirde gelecek görmüyordu. Bazıları hala görmüyor.
1977 yılının umut verici olaylarından biri Citicorp Kulesi’nin açılışıydı. Bu elli dokuz katlı mühendislik harikası, parıltısı hızla sönen şehir için yeni bir umut ışığıydı. 175 milyon dolara mal edilmiş bina, boyutuna göre son derece hafifti ve mühendislik açısından birçok yenilik içeriyordu.
Her ne kadar uzaktan bakıldığında gökdelenin en göze batan özelliği çatısı olsa da, aslında en ilgi çekici kısmı temeliydi. Öyle gözüküyor ki binanın tasarımım yapanlar alışılmadık bir engelle karşılaşmışlar. Binanın bir köşesinde St. Peter’s Lutheran Kilisesi bulunuyor. Kilise, Citibank binasının kilisenin tam tepesindeki hava sahasına taşmasına izin vermiş ama kilisenin üstünde kurulu olduğu arsayı bırakmamış. Bu ‘hava sahası hakları’ karşılığında Citibank o köşedeki eski köhne bina yerine yeni bir kilise yapmayı kabul etmiş.
Ne yapmalı? Ne yapmalı?
Bırakın mükemmel çözümü mühendisler bulsunlar. Adamlar basitçe o köşedeki taşıyıcı kolonları kesip binanın kilisenin yirmi beş metre üzerinde havada asılı kalmasına sağladılar. Hatta, bunu gerçekleştirdikleri sırada, tüm köşelerdeki destekleri kaldırmaya karar verdiler. Ufak bir matematiksel hileyle destek kolonları dört taraftan birden binanın iç kısmına doğru çekildi. Evet, bina bugün her biri gökdelenin duvarlarının orta kısmında yer alan dokuz katlı dört adet zayıf ayağın üzerinde duruyor. (Korkutucu, değil mi?)
Peki. Artık biraz daha günümüze yaklaşma vakti geldi. 1978 yılının Haziran ayındayız. Citicorp Kulesi bir yıldır ayakta. Büyük açılış kutlamaları sona ermiş ve proje üzerinde çalışmış olan herkes yeni işlere yönelmiş.
Projenin şef yapı mühendisi William LeMessurier’in ofisindeki telefon çalıyor.
Zırrr! Zırrrrr!
Arayan biraz önce bahsettiğim New Jerseyli üniversite öğrencisi. Profesörü ona bir ödev vermiş. Öğrencilerin bayıldığı o yazılı araştırma ödevlerinden biri. Citicorp Kulesi üzerine araştırma yapması ve elde ettiği bulguları kelimelere dökmesi gerekiyor.
Öğrenci, LeMessurier’e destek kolonlarının yanlış yerlere konulduğuna dair profesörünün iddiasını aktarıyor. Kolonların binanın ortasına değil köşelerine yerleştirilmiş olması gerekirmiş. (Ah, sahi mi?)
Tabii LeMessurier öğrenciye kolonları binanın her cephesinin tam ortasına yerleştirmelerinin gerekçelerini açıkladı ve bunun tamamen güvenli olduğunu belirtti. Hatta kolonların bu şekilde yerleştirilmiş olmalarının, binayı dört bir yandan esen şiddetli rüzgarlara karşı da daha dayanıklı kıldığını açıkladı’. Rüzgar kırk beş derecelik bir açıyla gelerek binanın her iki cephesini de aynı anda vuruyordu.
LeMessurier telefonu kapattığında binanın tasarımına güveni tamdı ve yıkılabileceği ihtimalini kesinlikle düşünmüyordu. Bu konuyu, kendi verdiği bir yapı mühendisliği dersinde de kullanmaya karar verdi. New York şehrinin yapı kuralları sadece dikey rüzgarların hesaplanmasına dayandığı için, dört bir yandan esen rüzgarlar hiç hesaplanmıyordu. Bunun üzerine, LeMessurier oturup hesap yapmaya başladı.
LeMessurier’in en çok ilgilendiği konu binanın benzersiz tasarım özellikleriydi. En basitinden bir inşaat yapmış olan herhangi biri bilir ki, bir dikdörtgeni sağlamlaştırmanın en güvenilir yolu ortasından diyagonal bir destek geçirmektir. LeMessurier bunu büyük bir ölçekte yapmıştı. Binanın iskeletini sağlamlaştırmak için bir dizi diyagonal çelik kiriş (biraraya geldiklerinde V şeklinde bir sıra oluşturuyorlardı) yerleştirilmişti.
LeMessurier’in hesapları, dört yandan esen bir rüzgar karşısında binanın kirişlerinin yüzde kırk oranında artan bir basınca maruz kalacağını gösteriyordu.
Bu artan basınç binanın özgün tasarımı sayesinde kolaylıkla sindirilebilirdi. Ancak ortada bir sorun vardı. LeMessurier birkaç hafta önce Pittsburgh’da yeni bir kulenin planları üzerinde çalışırken, Citicorp Kulesi tasarımının azıcık değiştirildiğini öğrenmişti. Müteahhit, diyagonal destekler için LeMessurier’in önerdiği kaynaklanmış mafsalları değil, daha zayıf olan bulonları (bir tür cıvata -ç.n.) kullanmıştı. Bulon ile birleştirmek çok daha ucuz olduğu gibi, binanın tamamlanmasını da çabuklaştıracaktı. Mühendislik açısından bu makul bir seçimdi ve LeMessurier’e danışmak gereksizdi.
Ne yazık ki, LeMessurier’in hesapları bunu doğrulamıyordu. Anlaşılan bulonların kullanılmış olması, basınçtaki o basit yüzde kırklık artışı yüzde yüz altmışa çıkarıyordu.
Aaa!
Cıvatalar böyle büyük bir gücü kaldırabilir miydi?
LeMessurier cevabı 26 Temmuz 1978’de buldu. Western Ontario Üniversitesi’nde kulenin maketiyle rüzgar tüneli testleri yapılmıştı. Citicorp yapısının dayanıklılığının ne kadar azalacağı hesaplandığında, LeMessurier binanın beş dakika müddetle sürekli yüz kilometre hızla esen bir rüzgara maruz kaldığı takdirde yüzde 50 ihtimalle yıkılacağını saptadı. Her on altı yılda bir rastlanan bu tip bir rüzgara halk arasında kasırga denir.
Büyük bir AAA! duyalım. Felakete ramak kalmış.
LeMessurier için karar anıydı. Sessiz kalıp binayla ilgili hiçbir sorun yaşanmamasını umut edebilirdi. Ne de olsa ortaya çıkıp sorunu açıklamak kendisine de zarar verecekti. Davalar sebebiyle büyük ihtimalle iflasa sürüklenecek ve profesyonel saygınlığını yitirecekti.
New York’un şansına, LeMessurier doğru yolu seçti ve kendini feda etmeyi göze aldı.
LeMessurier’in görüştüğü sigorta şirketinden avukatlar, sorunun değerlendirilmesi için başka mühendislere de danıştılar. Citibank yetkililerinin de durumdan haberdar edilmesi gerektiğine karar verildi ama bir büyük şirketin üst düzey yöneticileriyle irtibat kurmak sanıldığı kadar kolay değildi. Bir Citibank şubesine gidip “Bina yıkılacak ve binlerce New Yorklu ölecek!” diye bağırmak da şehir genelinde paniğe yol açabilirdi. Bunun yerine, LeMessurier’in büyük isimlere ulaşmak için-yönetici kadrosundaki tüm kademeleri dolaşması gerekecekti.
En sonunda, binanın mimarı Hugh Stubbins, Citicorp başkan yardımcısı John S. Reed’den bir randevu koparmayı başardı. Reed’in mühendislik geçmişi de vardı ve gökdelenin tasarım ve inşasıyla yakından ilgilenmişti. Durumun aciliyetinin hemen farkına varan Reed, Citibank Yönetim Kurulu Başkanı Walter Wriston ile bir görüşme ayarladı.
LeMessurier, Citicorp yönetici kadrosuna, binayı sağlamlaştırmak için bir planı bulunduğunu ama zamanın kısıtlı olduğunu söyledi. Ağustos ayının basındaydılar ve fırtına mevsimi hızla yaklaşıyordu. Binanın bu fırtınalara dayanabileceğinin garantisi yoktu.
LeMessurier’in önerisi, binanın iki yüz adet tehlikeli ek yerinin her birine kaynak yapılarak H harfi şeklinde çelik ‘bandajlar’ monte edilmesiydi. Bu şekilde bina, bin yılda bir rastlanacak rüzgarlara bile dayanabilirdi.
LeMessurier’in önünde bir engel daha vardı. Bina çok hafif olduğu için, en ufak bir rüzgarla aşırı sallanmaya meyilliydi. O da kulenin sallanmasını hafifletmek için, ayarlı kütle dengeleyici (damper -ç.n.) bir alet tasarladı. Türünün ilk örneği olan dengeleyici Newton’ın İlk Kural’ına dayanıyordu -atalet prensibi. İçi yağ dolu çelik bir eleğin içinde kayan dört yüz ton ağırlığında beton bir bloktan oluşan alete binayı kurtarması için güvenilemezdi belki ama güçlü rüzgarlara karşı daha dayanıklı olmasına muhakkak yardımı olurdu. Dengeleyicinin işleyişinin bir elektrik kesintisi sırasında sekteye uğramaması için destek jeneratörleri yerleştirilmişti.
Citibank, paniğe sebep olmamak için bu haberin gizli tutulması gerektiğinin farkındaydı. Ancak bir şekilde Manhattan’ın merkezini en kısa sürede boşaltmaları gerekiyordu.
Üç kurumla bağlantıya geçildi: Kızıl Haç, Ulusal Meteoroloji Servisi ve Belediye Acil Durum Birimi.
Kızıl Haç’ın yaptığı hesaba göre, yıkılma durumunda meydana gelebilecek domino etkisi şehir merkezinde 156 bloğu etkileyebilirdi. Yetkililer, insanların Citicorp Kulesi çevresinde tüm etkinliklerini gizlilik içinde saptadılar. Bu verileri elde etmek için, Kızıl Haç gönüllülerine bir pazarlama anketi gerçekleştirecekleri söylendi. O günlerde, yüksek performanslı bilgisayarlardan çok önce, Kızıl Haç gönüllüleri ellerinde çizelgelerle sokak sokak, blok blok şehri dolaştılar. Bilgileri hangi amaçla topladıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktu.
Citibank, 8 Ağustos Salı günü, rüzgara karşı direnç sistemlerinin sağlamlaştıracağını ve projede görevli mühendislerin endişeye mahal olmadığına dair garanti verdiklerini halka duyurdu.
İnşaat başladı.
Her gece işyerleri boşaldıktan sonra, ateşe dayanıklı alçıtaşından duvarlar sökülüyor ve kaynakçılar beş santimetre kalınlığında plakaları yerleştiriyorlardı. Sabaha karşı dört gibi kaynakçıların işleri bittiğinde temizlik ekibi çalışmaya başlıyordu. Ertesi sabah işyerlerine dönen çalışanların binada herhangi bir çalışma yapıldığını fark etmesi çok zordu -hemen her şey normale dönmüş oluyordu.
Fakat ufuk çizgisine doğru bakınca tuhaf bir şey dikkati çekiyordu. Kaynak yapılırken çıkan ateş açıkça seçiliyordu. Bu tuhaf kıvılcımlar ilk kez 9 Ağustos tarihinde Wall Street Journal’da konu edilmişti. Ancak takibi yapılmadı. Her şey sır olarak kalmaya devam ediyordu.
Ta ki, New York Times LeMessurier’in ofisini arayıp neler döndüğüne dair bilgi isteyene kadar. LeMessurier sırlarının ortaya çıkacağını fark etmişti. Ancak şansı yaver gitti. Saat altıda mesaja cevaben aradığında, New York Times çalışanlarının tam da o sırada greve gittiğini öğrendi. Sırları yine ortaya çıkmadı.
Ulusal Meteoroloji Servisi, günde dört kez RCA Binası’nda hava tahmini raporları veriyordu.
l Eylül’de Ella Kasırgası’nın Doğu Yakası’na doğru ilerlediği ve New York’a yaklaşmakta olduğu rapor edildi. Binayı yerle bir edecek fırtına bu olabilir miydi? Şehri boşaltmaları gerekir miydi? Neyse ki, kesin bir karar vermeleri gerekmeden, kasırga denize yöneldi ve alarm durumu sona erdi.
Çalışmalar, şiddetli bir fırtına yaşanmadan, Ekim ayının ortasına dek sürdü. Doğrusunu söylemek gerekirse, bugüne kadar da Manhattan’da şiddetli bir fırtına görülmedi.
Şüphesiz, bina kurtarıldı (inanmıyorsanız gidip kendiniz bakın) ve Plan No: 828 olarak bilinen şehrin tahliye edilmesi seçeneğine hiç başvurulmadı.
Binlerce insanın hayatını kurtaranın, bir üniversite öğrencisinden gelen tek bir telefon olduğunu düşününce…