Amerika’nın İlk Metrosu

BÜYÜK BİR SIRDI

Büyük şehirlerin hemen hepsinde, trafik sorununa çözüm arandığı dönemler olmuştur. Bugün, leş kokulu otobüsler ve her tarafları boyanmış trenler makul sayılabilecek bir çözüm sağlıyorlar. Ama ya on dokuzuncu yüzyılda bu sorunla karşılaşan şehirlerde ne yapılıyordu?

On dokuzuncu yüzyılda kalabalık bir şehirde yaşamanın nasıl olacağım bir düşünün. Toplu taşımacılık araçlarına sahip olmayan milyonlarca insan. Unutmayın ki, motorlu araçlar da henüz icat edilmemişti. Sokaklarda sadece acayip kokulu pislikler bırakan bir sürü at arabası vardı. Burnunuzu kapatmayı unutmayın!

New York şehrinde de benzer bir taşımacılık sorunu mevcuttu ve malum, kullanışlı bir çözüm üretilemiyordu.

Bu noktada devreye Alfred Ely Beach giriyor. Bu adamı tanımıyorsanız dert etmeyin, zaten çoğu kişi tanımaz.

Bilmeniz gereken, Alfred’in 1846 yılında, arkadaşı Orson D. Munn ile birlikte Scientific American adlı yeni bir yayının haklarını satın aldığıdır. Kısa sürede editörü olduğu bu yayını bugün de bildiğimiz büyük bir dergiye dönüştürmüştür.

Muhtemelen, böyle bir dergiyi satın alacak parayı nereden bulduğunu merak ediyorsunuz. Madem bilmek istiyorsunuz, size anlatacağım.

Beach çalışma hayatına, şehrin ilk günlük gazetesi New York Sun’da başladı. Sıfırdan başlayarak sıkı çalışması sonucu yükseldiğini söylemek isterdim ama bu yalan olur. Gazete babasınındı. 1848 yılında gazetenin idaresi Alfred ile ağabeyi Moses’e geçti.

Alfred genç yaşında hem büyük bir bilim dergisinin hem de önde gelen bir gazetenin başına geçmişti. Her gün, gazetedeki ofisinin penceresinden, şehrin sokaklarındaki keşmekeşi izledi. Bir at arabası curcunası. Adımınıza dikkat edin! Tabii ki, bu sorunun bir çözümü olmalı diye düşündü. Ve hatta iki çözüm birden buldu.

îlki, yer seviyesinden yükseğe köprü yollar inşa etmek ve fazladan trafiği yukardan geçirmekti. Ama bu bayağı masraflı ve kullanışsız olacaktı.

İkinci seçenek ise yeraltına inmekti. 1849 yılında, Broadway’in altında baştan sona bir tünel kazarak ikinci bir yol oluşturma önerisini getirdi. Ancak bu trenler için değil, atlar için bir yol olacaktı. Her yönde birer şerit. Arabaları çeken atlar her köşede durup on saniye bekleyecek ve yollarına bundan sonra devam

edeceklerdi. Fakat bu kadar zoraki bir projenin gerçekleşmesi mümkün değildi. En azından henüz.

Beach daha büyük ve daha iyi işlerle ilgilenmeye başladı.

Beach ile Munn, 1846 yılında da Munn&Co. isimli bir patent ajansı açmışlardı. (Al çok meşgul bir adamdı.) Bunu öyle ufak bir iş sanmayın. Birçok önemli kaşif kapılarına geliyordu. Thomas Edison adında bir adam, fonograf adım verdiği uyduruk bir zımbırtıyı ilk kez Beach’e göstermişti. Alexander Graham Bell ve Samuel Morse gibi başka önemli kaşifler de şirketin yardımlarını talep etmişlerdi. 1850 ile 1860 arasında, Beach her iki haftada bir Ne w York’tan Washington’a giderek müşterilerinin işlerini takip ediyordu.

Ee, tabii, yeterince meşgul değilmiş gibi, Beach de arada sırada bir şeyler icat ediyordu. 1856 yılında, New York Crystal Palace Sergisi’nde birincilik ödülü ve altın madalya kazandı. Görme engelliler için, tuşa her basıldığında kağıt haznesinin kendiliğinden ilerlediği bir daktilo icat etmişti. Bu mekanizma günümüzde tüm standart daktilolarda bulunmaktadır.

Aynı dönemde Beach New York Sun’ın idaresini tamamen kardeşine bıraktı ve 1853 yılında People’s Journal adlı yeni bir gazete çıkarmaya başladı.

Gerçekten meşgul bir adammış.
Ancak şehrin karşı karşıya olduğu trafik sorununu izlemeyi sürdürüyordu. Bu arada New York şehrinin nüfusu da sürekli artıyordu. Daha çok insan, daha kalabalık sokaklar, daha sağlıksız yaşam koşullan ve şehrin caddelerinde bir o yana bir bu yana koşuşturan daha çok at. (Doğrusu çoğu zaman trafikte kıpırdayamadan duruyorlardı.)

1864 yılının Mart ayında, Hugh B. Wilson isimli bir adam trafik sorununa bir çözüm önerisi getirdi. Michigan demiryolunun yatırımcılarından biri olan Wilson, 1863 Ocak ayında Londra metrosunun açılışına katılmıştı. Londra’nın menfaatine olan pekala Ne w York’un da menfaatineydi. Ne yazık ki, önerdiği maliyet kabul edilmedi. Neden mi? Çok basit: Tammany Hail’da (New York Belediye Binası) suyun başındaki Boss Tweed, şehirdeki taşıma araçlarının gelirinden komisyon alıyordu. Bir metronun yapımına izin vermek onun için ciddi bir gelir kaybı demek olacaktı. Tweed, valinin ofisini idare ediyordu ve dolayısıyla bu öneri daha kurula gelmeden bitmişti.

Bütçe kabul edilse bile bu fikrin başarıya ulaşması mümkün değildi.
Londra buharlı lokomotifleri kok kömürü yakıyor ve egzosu, kazanların altına monte edilmiş özel tanklarda biriktiriyorlardı. Ama ne yazık ki, düzgün çalışmıyorlardı. Aslında yolcuların dumanı ciğerlerinde biriktirmeleri gerekiyordu. Egzos yüzünden ölenler oluyordu.

Bir başka deyişle, lokomotifler miyadını doldurmuştu. Elektrikli motorlar henüz yeterli düzeye ulaşmadığı için de metronun hayata geçmesi mümkün değildi.
Ama durun bir saniye! Alfred Beach’i unuttuk!

Beach hala bu katlanılmaz trafik keşmekeşine bir çözüm arıyordu.

Çeşitli bağlantıları sayesinde, 1886 yılında Londra’da başarıyla kurulmuş, hava basıncı ile posta nakleden bir tüp sisteminden haberdar olmuştu. Bunun daha ufak versiyonlarını banka veznedarlarının kullandığını görmüşsünüzdür. Belgeyi küçük bir kabın içine koyarsınız ve hava basıncı onu binanın içinde gideceği yere fırlatır. Hooooppaaa!

İngiliz metrosu yaklaşık bir buçuk metre yüksekliğinde ve üç kilometre uzunluğundaydı. Tek amacı mektup ve paketleri bir yerden başka bir yere olabildiğince çabuk taşımaktı. Ama sizin de muhakkak fark etmiş olduğunuz gibi, insanlar son derece salakça şeyler yapmaya meyillidirler. Bu posta araçlarının içine girip yolculuk etmeye kalkışmak da bunlardan biri olmuştu.

Beach kısa sürede fark etti ki, fikir insan paketleri taşımak şeklinde geliştirilirse, tüm şehrin taşımacılık sorunları çözülebilirdi. Hava basıncı prensibine dayanan bir taşımacılık yönteminin tek çözüm olduğuna kanaat getirdi ve bunu denemeye karar verdi.

1867 yılında, New York’ta 14. Sokak’taki Silah Deposu’nda gerçekleşen Amerikan Enstitüsü Fuarı’nda, Beach fikrini dünya ile paylaştı. Sunduğu model, iki metre çapında bir tüp geçitti. Tübün duvarları iki buçuk, üç santimetre kalınlığındaydı ve üst üste yerleştirilmiş on beş kat tahtadan yapılmıştı. Otuz iki metre uzunluğundaki tüp geçit, binanın çatısına asılmıştı ve 14. Sokak’tan 15. Sokağa kadar gidiyordu. Rayların üzerinde tekerleklerle ilerleyen araba ise, üç metre çapında bir motor tarafından ileri geri hareket ettiriliyordu. On kişi taşıyabilen araba sürekli hareket halindeydi ve fuarın yıldızı olmuştu. Sergilendiği süre boyunca 170 bin kişi bu modelle yolculuk etti. Beach’in bu keş-fiyle Altın Madalya’yı kazanması kimseyi şaşırtmadı.

Yine de bu başarılı prototipi gerçeğe dönüştürmek kolay olmayacaktı. Tünel kazma teçhizatı o dönemde mevcut değildi ve siyaset arenasında hala Boss Tweed’in sözü geçiyordu. Beach önerdiği metro sistemini hayata geçirebilmek için belediyeden onay alması gerektiğini biliyordu. Ama bu Tweed’e yüz binlerce dolar vermek demekti.

Tek çözüm metroyu gizlice inşa etmekti. Havabasınçlı Dağıtım Şirketi isimli bir firma kuran Beach, bir buçuk metre çapında ve yaklaşık bir kilometre uzunluğunda iki tüp geçit kazma projesi önerdi. Bu geçitlerin amacı, Warren Caddesi’nden Cedar Caddesi’ne kadar, Broadway’in altından paket taşımaktı. Geçitler sadece posta iletmek amaçlı olduğu için Tweed itiraz etmedi ve proje kolaylıkla onaylandı. Hatta, bir havalı yüksek tren önerisi sunulmasını bekleyen Tweed, Beach’in fikrini değiştirmiş olmasından memnun bile olmuştu. Beach için bir kararname yayımlandı.

Beach bundan sonra elini çabuk tuttu. Yasama meclisine gidip, kararnamede bir değişiklik talep etti. İnşaat aşamasını kolaylaştırmak ve masrafları düşürmek amacıyla tek ve daha geniş bir tüp geçit yapmak istediğini söyledi. Bu ufak değişiklik hemen kabul edildi.
Eminim gidişatı tahmin edebiliyorsunuzdur.

Beach hiç vakit kaybetmedi ve projesini gizli tutabilmek için her şeyi yaptı, ilk olarak Broadway ile Warren Caddesi’nin köşesinde bulunan Devlin Giyim Mağazası’nın bodrumunu kiraladı.

Tüneli açmak için, her hareketinde kırk santimetre toprak kazabilen hidrolik bir kalkan tasarladı. Makineyi altı kişi çalıştırıyordu; iki kişi hidrolik şahmerdanı çalıştırmak, iki kişi toprağı dışarı çıkarmak ve iki kişi de tünelin duvarlarını tuğlayla kaplamak için.

Tünel çalışması sadece gece sürdürülüyordu.

Neden sadece geceleri?

Çok basit. Büyük bir şehrin ortasında gizli bir tünel açmaya çalışmak, gündüz saatlerinde neredeyse imkansızdı. Halkın dikkatini mümkün olduğunca az çekmek için sadece geceleri çalışılıyordu. Gizlice dışarı çıkarılan toprak çuvalları da yük arabaları tarafından sessizce taşınıyordu.

Tünel yerin yaklaşık altı metre altında kazılıyordu. Toprağın oldukça yumuşak olduğunu görmüşlerdi. Karşılarına çıkan tek engel eski bir kalenin temelleri olmuştu ama şahmerdan pek bir sorun çıkmadan onu da aştı. Doksan beş metrelik tüp geçit sadece elli sekiz gün içerisinde kazıldı.

Ancak, metronun tamamlanmasına çok kısa bir süre kala, işçi kılığına giren bir gazeteci tünele sızınca, New York Hemld Beach’in sırrını tüm dünyaya duyurdu. Gazetenin tarifi gerçeğe oldukça yakındı ve böyle bir projenin olabilirliğini eleştiriyorlardı.

Beach karşı saldırıya geçti. 28 Şubat 1870 tarihinde, herkesin görebilmesi için tünelini açtı. 25 sent giriş ücreti karşılığında tüneli ziyaret eden insanlar, yeraltında saklı olanları görünce şaşkına dönüyordu.

Caddedeki mağazaya girdikten sonra bir kat merdiven inince, Beach’in başyapıtıyla karşılaşıyordunuz. Beach, hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Bu tünelin en zor beğenenleri bile etkilemesi gerektiğinin farkındaydı.

Metronun bekleme bölümü otuz altı metre uzunluğunda ve dört metre genişliğindeydi. Bu kısım avizelerle güçlü bir şekilde aydınlatılmıştı. İçi kırmızı balıklarla dolu bir havuz çağlıyor ve yukardan gelen trafik seslerini perdeliyordu. Freskler, gösterişli avizeler ve buzlu camlar (sam kumaşından perdelerle) duvarları kaplıyordu. Sarkaçlı büyük dolap saatini ve kuyruklu piyanoyu da unutmayalım. Bu kesinlikle bildiğiniz gibi bir metro değildi. Bugün olsa, her şey yirmi dört saat içinde çalınır, yağmalanırdı.

İzleyiciler altı basamakla tren platformuna indiklerinde karşılarına tünel çıktı. Tünelin girişinde şu oyma harfler yazılıydı: HAVA BASINÇLI METRO. Tünelin girişinin her iki tarafında da, elinde kırmızı, yeşil ve mavi.gaz lambaları tutan bronz Merkür heykelleri vardı. Tanrıların habercisi, hızlı rüzgarların sembolü Merkür, gerçekten uygun bir seçimdi.
Metro aracı için de aynı ölçüde cömert davranılmıştı. Gaz lambaları tarafından güçlü bir şekilde aydınlatılan araç, minderli koltuklarla döşenmiş ve bir seferde yirmi iki yolcu taşıyabilecek kapasitedeydi.

Aracın kapıları kapandığında, dev bir pervane (buna Batı Kasırgası adı verilmişti) harekete geçiyor ve aracı saatte on kilometre hızla rayların üzerinde itiyordu. Kaldı ki daha hızlı gitmesi bile mümkündü.

Aman, neredeyse unutuyordum. Beach, kendisine verilmiş yetkiyi suistimal etmiş olmamak için, üç yüz metre uzunluğunda ve yirmi santimetre çapında bir mektup ileti tüpünü de tünelin içine yerleştirmişti. Tüp, caddedeki bir elektrik direğine gizlenmiş kutudan aşağı gelen paketleri, saatte yaklaşık yüz kilometre hızla taşıyordu.

Tünel projesinin maliyeti yaklaşık 350 bin dolardı. Bu meblağın 70 bin dolar kadarı Beach’in kendi cebinden çıkmıştı.

Hava basınçlı metro hemen tuttu. New York Herald bile kısa sürede fikrini değiştirerek metronun şehrin her köşesine gitmesi için kampanya başlattı.

Tabii, böyle bir şey hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Neden mi?

Boss Tweed yine devreye girmişti. Beach’in metrosunu Central Park’a kadar ulaşacak şekilde sekiz kilometre daha uzatma teklifinin bütçesi, yasama meclislerinden geçmiş hatta yükseltilmişti. Ancak bizim Boss Tweed, o dönemin valisi John T. Hoffman’a bütçeyi veto etmesini söyledi. Beach, 1873 yılında Tweed ve tayfası iktidardan düştükten sonra şansını yeniden denedi. Bu kez vali John A. Dix’ti ve bütçe yasal olarak onaylandı.

Fakat şans Beach’ten yana değildi. Bütçe geçtikten birkaç hafta sonra, 1873 mali krizi baş gösterdi. İnsanların metro inşaatından daha önemli dertleri vardı.
Evet, hava basınçlı metro bu şekilde miyadını doldurmuştu.

Beach metro tünelinin atış talim sahası, daha sonraları ise şarap mahzeni olarak kullanılmasına müsaade etti. Ancak hiçbir zaman kar sağlayamadı. Sonunda pes eden Beach tüneli kapattı ve unutulmaya terk etti.

Beach, 1896 yılında, New York City’de herhangi bir metronun inşa edildiğini göremeden öldü.

Ama elbette sonunda bir tane inşa edildi. 1912 Şubat’ında, Degnon İnşaat Şirketi yeni Broadway metro tünelini inşa ederken, Beach’in eski hava basınçlı tüp geçidine çıktılar. İnşaat işçileri metronun oralarda olduğunu bildikleri için kimse fazla şaşırmadı.

Ancak metronun nasıl da hiç bozulmadan kaldığına şaşırmışlardı. Tünel ve ona eşlik eden istasyon mükemmel durumdaydı. Tahta kısımları çürümüş olsa da araç hala rayların üzerindeydi. Hidrolik kalkan hala orada durmuş Beach’in hayalini tamamlamayı bekliyordu.

Bugün olsa, böyle bir keşif muhafaza edilirdi. Ancak ne yazık ki, 1912 yılında öyle olmadı. Eski metro tüneli kazıldı ve yeni BMT City Hail metro hattına katıldı. Kimse kesin olarak bilmese de, istasyonun hala bozulmamış şekilde şehrin sokakları altında bir yerlerde gömülü durduğuna inanılıyor.

1940 yılında, Beach ve eseri anısına bronz bir plaka metro istasyonuna asıldı. Şimdi gidip de onu bulmaya çalışmayın boşuna çünkü yıllar önce kayboldu. Muhtemelen duvar yazılarının altında kalmıştır.

Beach, tarihin unuttuğu büyük düşünürlerden biridir. Bu durum sanki çağının ilerisinde olan kişilerin kaderi gibi.

İlginç bir dipnot: Dünyanın her tarafına yayılmış binlerce Subway (Metro) sandviç dükkanından birine gidin. Duvar kağıtlarında Beach’in hava basınçlı metrosunun resimlerini kullandıklarını göreceksiniz.

Bir cevap yazın