Plume Lokantada

Plume öğle yemeğini yiyordu lokantada, tam o sırada yanına şef garson yaklaştı, yüzüne ters ters baktıktan sonra alçak ve gizemli bir sesle: “ O tabağınızdaki yemek listede yok” dedi.

Plume hemen özür diledi.

-Hani, işim acele olduğundan listeye bakamadım. Ne bileyim, pirzolaları vardır, yoksa da yakında bir yerlerden kolayca bulabilirler diye düşünmüş olacağım, işte öylesine bir pirzola söyleyiverdim, ama pirzolamız yok deselerdi başka bir şey de isteyebilirdim. Garsonun pek öyle şaşırmış gibi bir hali yoktu, gitti, az sonra da bunu getirdi, işte böyle…

Elbette parası neyse ödeyeceğim. Pirzola da güzelmiş hani, hiçbir diyeceğim yok. Parasından kaçacak değilim ya. Bilseydim, başka bir et seçerdim, niye olmasın? Ya da sadece bir yumurta, her neyse şimdi artık pek aç da değilim. Borcum neyse, size ödeyeyim hemen.

Gelgelelim şef garsonun kılı kıpırdamaz. Plume patlayacak derecede sıkıntılıdır. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra gözlerini çevirince… hımmmm… şimdi de lokantanın sahibi karşısında durmuyor mudur?

Plume hemen özür diledi.

– Pirzolanın yemek listesinde olmadığını bilmiyordum, dedi. Bakmadım listeye, hem gözlüksüz seçemem de, kelebek gözlüğümü de almamışım yanıma, dahası okumak hep bir işkence gibi gelir bana. Aklıma gelen ilk şeyi söyleyiverdim, bu da canımın çektiği şeyi istemekten çok garsonun yiyeceğim yemeği şeçmeme yardımcı olması içindi. Herhalde kafasını kurcalayan bir sürü işi olmalı ki, öyle uzun boylu arayıp sormadan bunu getirdi işte, benim de üzerimde her zaman ki dalgınlığımla başlamışım atıştırmaya, neyse hazır siz de buradayken hesabı size ödeyeyim bari.

Ancak, lokantanın sahibi yerinden kıpırdamaz. Plume sıkıldıkça sıkılmaktadır. Kağıt parayı uzatırken ansızın üniformalı birinin kolu gözüne çarpar; karşısında dikilip duran bu kez de bir polisti.

Plume hemen özür diledi.

– Hani bir parça kafasını dinlemek için girmişti buraya. İçeri girmesiyle kendisine hemen “Ne istersiniz? Ne yiyeceksiniz …? Diyen garsonun bağırtısını duyar ansızın.

– “Şeyy… ufak bir bira,” der. “Ya sonra?…” diye bağırdı, öfkesi burnunda garson; o zaman da başka şey istemekten çok garsonu başından savmak için: “Pekala, bir pirzola!”

Bir tabağın içinde getirip önüne koyduklarında artık pirzolayı falan düşündüğü yoktu; yani, hani, önüne gelince de…

– Bakın, bu işin içinden çıkmama yardımcı olursanız, bana çok büyük iyilik yapmış olursunuz. Alın bu sizin.

Polise bir yüz frank uzatır. Ayak seslerinin uzaklaştığını duyarak bir an vartayı atlattığını sanırken şimdi de bir komiser karşısına dikilmiş durmuyor mudur?

Plume hemen özür diledi.

– Bir arkadaşıyla buluşmak için sözleşmişti. Öğleye kadar arkadaşını boşu boşuna arayıp durmuştu. İşten dönerken arkadaşının bu sokaktan geçeceğini bildiğinden buraya girmiş, pencere kenarında bir masaya ilişmişti ilişmesine ya öte yandan uzun süre bekleyebileceği ve paradan kaçıyormuş izlenimini yaratmak istemediği için de bir pirzola söyleyivermişti; hani masada bir şeyler bulunsun diye. Yemek yemek aklının köşesinden bile geçmiyordu. Ama, pirzla önüne konunca da başlamıştı atıştırmaya, alışkanlıkla, ne yaptığının şu kadarcık olsun farkında bile olmadan.

İşin şu yanı var ki o dünyada gitmezdi lokantaya. Evinin dışında yemez yemeğini. Huy edinmiş. Sinirlenmiş her insanın başına gelebilecek türden basbayağı bir dalgınlık işte, bir anlık bir boş bulunma; başka bir şey değil.

Gelgelelim, komiser, emniyet müdürünü telefona çağırarak, Plume’e , “Hadi bakalım”, der, almacı uzatarak. “Olduğu gibi her şeyi anlatın bize. Tek kurtuluş umudunuz bu.” Bir polis Plume’ü sertçe iterek: “Artık aklınızı başınıza devşirseniz iyi olur,” der. İtfaiyeciler de lokantaya dalınca, lokantanın sahibi, Plume’e: “Lokantamın uğradığı zararı görüyor musunuz? Tam bir felaket!” Bütün müşterilerin bir anda kendilerini dışarı attıkları salonu gösteriyordu.

Sivil polisler Plume’e : “İşler çığrından çıkıyor, söylemedi demeyin. En iyisi herşeyi açık açık olduğu gibi anlatmak. İnanın, bu işi ilk kez yapmıyoruz. İşler bu noktaya gelmeye görsün, haliniz dumandır.”

Bu sırada, iri yarı, kaba saba bir polis de Plume’ün omzunun üzerinden: “Bana bakın, elimden bir şey gelmez. Emir neyse odur. Almaçta konuşmazsanız yersiniz yumruğu. Anlaşıldı mı? Hadi bakalım, çıkarın ağzınızdan baklayı! Sonra söylemedi demeyin. Konuşmazsanız dağıtırım suratınızı.”

Henri Michaux

Bir yanıt yazın