Öznelciliğe Karşı Nesnellik

Heisenberg’in kuantum fiziği yorumunun, onun felsefi görüşlerinden ağır biçimde etkilendiğinden en küçük bir kuşku bile duyulamaz. Bir öğrenciyken bile Heisenberg bilinçli bir idealistti, 1919’da gerici Fırtına Birliklerinin saflarında Alman işçilerine karşı savaşırken, Platon’un Timaeus’undan (Platon idealizminin en obskürantist tarzda ifade edildiği kitap) büyük ölçüde etkilenmiş olduğunu kendisi itiraf eder. Daha sonraları, “en çok ilgilendiği şeyin temelde yatan felsefi fikirler olduğunu” ve “uzay ve zamandaki nesnel süreçler düşüncesinden kurtulmak” gerektiğini ifade etmiştir. Diğer bir deyişle, Heisenberg’in kuantum fiziğini felsefi yorumlayışı, bilimsel deneyin nesnel bir sonucu olmaktan çok uzaktı. Heisenberg açıkça idealist felsefeye bağlanmıştı, bunu bilinçli bir biçimde fiziğe uyguladı ve bu felsefe onun bakış tarzını belirledi. Böylesi bir felsefe yalnızca bilimin kendisiyle değil, aynı zamanda bütün insan deneyimiyle de uyuşmazlık içindedir. Bunun yalnızca herhangi bir bilimsel içerikten yoksun olmakla kalmayıp, aynı zamanda bütünüyle kullanışsız olduğu da pratikte ortaya çıkmaktadır.

Bir kural olarak, felsefi spekülasyondan kaçınmayı arzulayan bilimciler, Heisenberg’in yönelimine nazikçe kafalarını sallayıp mütevazı bir biçimde doğanın yasalarını araştırma işlerini sürdürürler. Bu yasaların yalnızca varolduğunu değil aynı zamanda doğanın neden ve sonuç da dahil belirli yasalara göre işlediğini ve biraz çabayla bu yasaların bütünüyle anlaşılabileceğini ve hatta insanlar tarafından kestirilebileceğini bir veri olarak alırlar. Öznel idealizminin gerici sonuçları Heisenberg’in bizzat kendi evrimi tarafından sergilenmiştir. Nazilere aktif bir biçimde katılışını şu temelde gerekçelendiriyordu; “Sarılabileceğimiz genel bir doğru çizgi yoktur. Kendi başımıza karar vermek zorundayız ve yanlış mı yoksa doğru mu yaptığımızı önceden söyleyemeyiz.”

schrödinger-kediErwin Schrödinger, genel olarak doğada ya da kuantum mekaniğinde tesadüfi olguların varlığını reddetmiyordu.

Bir çocuğa gebe kalma anında DNA moleküllerinin tesadüfi bileşimi örneğine özellikle değinir, ki burada kimyasal bağların kuantum özellikleri belli bir rol oynar. Ne var ki, “çift yarık” deneyinin standart Kopenhag yorumuna karşı çıkıyordu; Max Born’un olasılık dalgalarının, dünyanın nesnelliğini, yani dünyanın onu gözlememizden bağımsız olarak varolduğu düşüncesini reddetmek zorunda olduğumuz anlamına geldiğini ileri süren yorumlara karşı çıktı. Bir konuma sahip olmadığını ve ancak gözlemin bir sonucu olarak verili bir noktada cisimleştiğini söyleyen iddialarıyla alay etti. Buna karşı çıkmak için, meşhur “düşünce deneyini”* tasarladı. Bir kedi alalım ve onu küçük bir siyanür şişesiyle birlikte bir kutuya koyalım dedi. Bir Geiger sayacı bir atomun bozunduğunu saptadığında şişe kırılsın. Heisenberg’e göre, atom, birisi onu ölçünceye dek kendisinin bozunduğunu “bilmez”. Bu nedenle, bu durumda birisi kutuyu açıp içine bakıncaya kadar, idealistlere göre, kedi ne ölüdür ne de diri! Bu anekdotla, Schrödinger, kuantum fiziğinin Heisenberg öznel idealist yorumunun kabul edilmesinin doğurduğu saçma çelişkileri gün ışığına çıkarmayı hedeflemişti. Doğal süreçler, insanoğlunun onu gözlemek için civarında bulunup bulunmamasından bağımsız bir şekilde, nesnel olarak gerçekleşir.

Kopenhag yorumuna göre, gerçeklik ancak onu gözlemlediğimizde varolur.
Aksi takdirde, bir çeşit limboda ya da “olasılık dalgasının üst üste binme durumunda” varolur, tıpkı bizim canlı ve ölü kedimiz gibi. Kopenhag yorumu gözleyen ile gözlenen arasına keskin bir ayrım çizgisi çeker. Bazı fizikçiler, Kopenhag yorumunu izleyerek, bilincin varolmak zorunda olduğu ama bilinç olmaksızın maddi gerçeklik düşüncesinin düşünülemez olduğu görüşünü benimserler. Diyalektik materyalizm, duyu algılarıyla edindiğimiz maddi evrenin nesnelliğinden yola çıkar. “Dünyayı duyularımla algılarım.” Bu apaçıktır. Ama dünya benim duyularımdan bağımsız olarak vardır. Bu da apaçıktır, diye düşünülebilir, ama modern burjuva felsefesi için hiç de öyle değildir!

20. yüzyıl felsefesinin temel unsurlarından biri, maddi dünyanın nesnelliğini kesinlikle reddeden mantıksal pozitivizmdir. Daha doğrusu, tam da dünyanın varolup olmadığı sorusunu konu dışı ve “metafizik” olarak görür. Öznel idealizmin kalkış noktası 20. yüzyıl biliminin keşifleri tarafından tamamıyla baltalanmıştır. Gözlemleme eylemi, gözlerimizin bir dış kaynaktan ışık dalgaları (fotonlar) biçiminde enerji aldığı anlamına gelir. Eğer renk yalnızca retinaya bağlı bir duyumsa (doğa bilimlerinin sizi kabul etmeye zorladığı gibi), o takdirde retina üzerine düşen ışık ışınları renk duyumunu üretir. Bu demektir ki, bizim dışımızda, bizden ve bizim zihnimizden bağımsız olarak, bir madde hareketi vardır, diyelim ki belirli bir uzunluk ve belirli bir hızda retinaya etki eden eter dalgaları renk duyumunu üretir. Doğa bilimlerinin sorunu ele alışı tastamam budur. Farklı renk duyumlarını, insan retinasının dışında, insanın dışında ve ondan bağımsız olarak varolan ışık dalgalarının farklı boylarıyla açıklar. Bu materyalizmdir:

Duyu organlarımız üzerinde etkide bulunan madde, duyumları üretir. Duyumlar, beyine, sinirlere, retinaya vb.ne yani belli bir biçimde örgütlenmiş maddeye bağlıdır. Madde birincildir. Duyum, düşünce, bilinç, belli bir biçimde örgütlenmiş maddenin en üst ürünleridirler.
Bunlar genel olarak materyalizmin görüşleridirler. Heisenberg’in yönteminin öznel idealist doğası oldukça açıktır: Atom fiziğindeki araştırmalarımızın bugünkü durumu genelde şudur: Belli bir olguyu iyice anlamak istiyoruz, bu olgunun doğanın genel yasalarından nasıl çıktığını kavramak istiyoruz. Bu nedenle, maddenin ya da radyasyonun olguya iştirak eden kısmı teorik inceleme açısından doğal “nesne”dir ve olguyu incelemek için kullanılan araçlardan bu bakımdan ayrı tutulmalıdır. Ölçüm araçları gözlemci tarafından kurulduğuna göre, bu durum atomik olayların tanımlanışında yine öznel unsura vurgu yapar, ve şunu da hatırlamalıyız ki, gözlemlediğimiz şey kendinde doğa değil, bizim sorgulama yöntemimize maruz kalan doğadır. Fizik alanındaki bilimsel çalışmalarımız, konuştuğumuz dilde doğa hakkında sorular sormaktan ve elimizin altındaki araçlar sayesinde deneylerden bir yanıt elde etmeye çalışmaktan ibarettir.

Kant, görünümler dünyası ile “kendinde” gerçeklik arasına aşılmaz bir engel dikmişti. Heisenberg de altta kalmıyor.
Yalnızca “kendinde doğa”dan bahsetmekle kalmıyor, aynı zamanda, gözlenebilen doğa parçasının, tam da onu gözlemleme eyleminin onu değiştirmesinden ötürü, gerçekte bilinemeyeceğini bile savunuyor. Heisenberg böylece bilimsel nesnelliğin kriterlerini hepten yıkmaya çabalamaktadır. Ne yazık ki, mistisizm ithamını öfkeyle reddedecek birçok bilimci, salt doğaya tutarlı bir materyalist felsefi yaklaşım zorunluluğunu kabul etmeye isteksiz oluşlarından ötürü, Heisenberg’in felsefi görüşlerini eleştirel olmayan bir tarzda özümsemiştirler. İşin özü şu ki, biçimsel mantığın yasaları belli sınırların ötesinde çöker. Bu durum en kesin bir biçimde atomaltı dünyanın olguları için geçerlidir, burada, özdeşlik, çelişki ve ara durumun dışlanması yasaları uygulanamaz. Heisenberg biçimsel mantığın ve idealizmin bakış açısını savunur ve bu nedenle de kaçınılmaz olarak, atomaltı düzeydeki çelişik olguların insan aklı tarafından hiçbir şekilde anlaşılamayacağı sonucuna ulaşır. Ne var ki, çelişki, atomaltı düzeyde gözlenen olgularda değil, biçimsel mantığın umutsuzca miadını doldurmuş ve yetersiz kalan zihinsel şemalarındadır. “Kuantum mekaniğinin paradoksları” denilen şey tastamam budur.

Heisenberg diyalektik çelişkilerin varlığını kabul edemez ve bu nedenle felsefi mistisizme –“bilemeyiz”e ve bunu takip eden her şeye– geri dönmeyi tercih eder. Burada kendimizi bir çeşit felsefi hokkabazlığın ortasında buluruz. İlk adım, nedensellik ilkesini, Laplace gibilerinin temsil ettiği eski mekanik determinizmle karıştırmaktır. Kuantum mekaniğinin keşifleri eski mekanik determinizmi nihai olarak yıktı. Kuantum mekaniğinin öngörü tarzı, klasik mekaniğinkilerden oldukça farklıdır. Ama kuantum mekaniği de öngörülerde bulunmaya devam etmekte ve bu öngörülerden kesin sonuçlar çıkarmaktadır.

Bir yanıt yazın