Maddenin Yok Oluşu mu?

atom-bombasiGöreliliğin keşfedilmesinden uzun zaman önce, bilim iki temel ilke keşfetmişti; enerjinin korunumu ve kütle korunumu. Bunların ilki 17. yüzyılda Leibniz tarafından ayrıntılı olarak incelenmiş ve ardından 19. yüzyılda bir mekanik ilkesinin doğal sonucu olarak geliştirilmişti. Çok daha önceleri, ilk insanlar, sürtme yardımıyla ateş yaktıklarında ve böylelikle de verili bir enerji miktarını (iş) ısıya dönüştürdüklerinde, işin ve ısının eşdeğerliliği ilkesini pratik olarak keşfetmişlerdi. Bu yüzyılın başlarında, kütlenin enerji biçimlerinden sadece biri olduğu keşfedilmişti. Bir madde parçacığı oldukça yüksek düzeyde yoğunlaşmış ve lokalize olmuş enerjiden başka bir şey değildir. Bir parçacıkta yoğunlaşan enerji miktarı onun kütlesiyle orantılıdır ve toplam enerji miktarı her zaman sabit kalır. Bir çeşit enerjinin kaybı, bir başka çeşit enerjinin kazanılmasıyla telâfi edilir. Enerji sürekli olarak biçimini değiştirirken yine de her zaman aynı kalır.

Einstein, bizzat kütlenin şaşılacak miktarda bir enerji barındırdığını kanıtlamakla bir devrim gerçekleştirmişti. Kütle ve enerjinin eşdeğerliği E = mc2 formülüyle ifade edilir, burada m kütle, c ışık hızı (yaklaşık olarak saniyede 300.000 km) ve E de durgun cismin barındırdığı enerjidir. m kütlesinde içerilen enerji, ışığın muazzam hızının karesiyle bu kütlenin çarpımına eşittir. Kütle bu nedenle enerjinin oldukça yoğunlaşmış bir biçimidir, bu enerjinin gücü hakkında şu gerçek bizlere bir fikir verebilir; bir atom bombasının patlamasıyla açığa çıkan enerji, enerjiye dönüşen kütlenin binde birinden daha azdır. Normalde, madde içinde hapsolmuş bu muazzam enerji kendini dışa vurmaz ve bu nedenle de göze çarpmaz. Ama atom çekirdeğinin içindeki süreçler belli bir kritik noktaya ulaşırsa, bu enerjinin bir kısmı, kinetik enerji olarak dışarı salınır.

Kütle, yalnızca bir enerji biçimi olduğundan, madde ve enerji ne yaratılabilir ne de yok edilebilir. Diğer taraftan enerji biçimleri son derece çeşitlidir. Örneğin, güneşteki protonlar bir helyum çekirdeği oluşturmak üzere birleştiklerinde nükleer enerji ortaya çıkar. Bu enerji, ilkin, çekirdek hareketinin kinetik enerjisi olarak görünür, ki bu da güneşten gelen ısı enerjisine katkıda bulunur. Bu enerjinin bir kısmı elektromanyetik enerji parçacıkları içeren fotonlar biçiminde güneşten yayılır. Bu enerji sırası geldiğinde, fotosentez süreci tarafından, bitkilerde depolanan kimyasal enerjiye dönüştürülür. Bu kimyasal enerjiyse, kaslar, kan dolaşımı, beyin vb. için gereken enerji ve sıcaklığı sağlamak üzere, insanlar tarafından bitkilerin ya da bitkileri yiyen hayvanların yenmesiyle edinilir.

Klasik fiziğin yasaları genellikle atomaltı düzeydeki süreçlere uygulanamaz. Ne var ki, doğada istisna kabul etmeyen bir yasa da mevcuttur; enerjinin korunumu yasası. Fizikçiler, ne bir pozitif yükün ne de bir negatif yükün hiçlikten oluşturulamayacağını bilirler. Bu olgu elektriksel yükün korunumu yasasıyla ifade edilir. Böylece, bir beta parçacığı üretme sürecinde, (yüksüz olan) nötronun ortadan kaybolması zıt yüklü bir parçacık çiftinin ortaya çıkmasına yol açar; pozitif yüklü bir proton ve negatif yüklü bir elektron. Birlikte ele alındıklarında bu yeni iki parçacık sıfıra eşit olan bir toplam yüke sahiptirler. Eğer bunun tam tersi olan süreci ele alırsak, bir proton, bir pozitron salarak bir nötrona dönüştüğünde, ilk parçacığın (protonun) yükü pozitiftir ve sonuçta ortaya çıkan parçacık çiftinin (nötron ve pozitronun) toplam yükü yine pozitiftir. Tüm bu sayısız dönüşümlerde, elektriksel yükün korunumu yasası sıkı bir şekilde yürürlüktedir, tıpkı tüm diğer korunum yasaları gibi.

Enerjinin küçücük bir miktarı bile ne yaratılmış ne de yok edilmiştir. Böyle bir olgu asla gerçekleşmeyecektir de. Bir elektron ve onun anti-parçacığı olan pozitron birbirlerini yok ettiklerinde, kütleleri “yok olur”, yani kütleleri, zıt yönlerde hareket eden iki ışık-parçacığına (fotona) dönüşür. Ne var ki, bu fotonlar da kendisinden çıktıkları parçacıklar kadar bir enerji toplamına sahiptirler. Kütle-enerjisi, lineer momentum ve elektriksel yük, hepsi korunurlar. Bu olgunun imha olma anlamındaki yok oluşla hiçbir ortak tarafı yoktur. Diyalektik olarak, elektron ve pozitron yadsınmış ve aynı zamanda korunmuştur. Madde ve enerji (ki aynı şeyi söylemenin yalnızca iki biçimidirler) ne yaratılabilir ne de yok edilebilir, yalnızca dönüştürülebilirler.

Diyalektik materyalizm açısından madde, bize duyu-algı içinde sunulan nesnel gerçekliktir.

Yalnızca “katı” nesneleri değil, ışığı da içerir. Fotonlar da elektronlar ya da pozitronlar kadar maddedirler. Kütle sürekli olarak enerjiye (ışık fotonları da dahil) dönüşmektedir ve enerji de kütleye. Bir pozitron ve elektronun “imha oluşları” bir foton çifti üretir, ama aynı zamanda zıt süreci de görürüz: İki foton karşılaştığında, fotonların yeterli enerjiye sahip olması koşuluyla, bir elektron ve pozitron oluşturulabilir. Bu olgu bazen “hiçlikten” madde yaratımı olarak sunulur. Durum hiç de bu değildir. Burada gördüğümüz, bir şeyin yok oluşu ya da yaratılışı değil, maddenin enerjiye –ve tersi– sürekli dönüşümüdür. Bir foton atoma çarptığında, bir foton olarak varlığı sona erer. Ortadan kaybolur, ama atomda bir değişikliğe neden olur; atomun elektronlarından biri, bir orbitalden daha yüksek enerjili bir orbitale sıçrayıverir. Yine burada zıt süreç de gerçekleşir. Bir elektron yüksek enerjili bir orbitalden daha düşük enerjili bir orbitale düştüğünde bir foton çıkar.

Atomaltı düzeydeki dünyayı betimleyen sürekli değişim süreci, diyalektiğin yalnızca aklın öznel bir yaratısı olmayıp, gerçekte doğada gerçekleşen nesnel süreçlere dayandığının çarpıcı bir doğrulanışıdır. Bu süreç kesintisiz bir biçimde tüm ebediliğiyle süregelmiştir. Maddenin yok edilemez oluşunun –yani kimilerinin kanıtlanmak istedikleri şeyin tam tersinin– somut bir ispatıdır.

7 yorum “Maddenin Yok Oluşu mu?”

  1. Atomaltı düzeydeki dünyayı betimleyen sürekli değişim süreci, diyalektiğin yalnızca aklın öznel bir yaratısı olmayıp, gerçekte doğada gerçekleşen nesnel süreçlere dayandığının çarpıcı bir doğrulanışıdır. Bu süreç kesintisiz bir biçimde tüm ebediliğiyle süregelmiştir. Maddenin yok edilemez oluşunun –yani kimilerinin kanıtlanmak istedikleri şeyin tam tersinin– somut bir ispatıdır.

    Bu durum ancak madde ve enerjiye “baktığınız” sürece doğru görünür. Bu durumda Evrende enerjinin sabit olduğunu düşünmemiz gerekir. Halbuki hiçliği gözlemleyen herhangi biri yok, dolayısı ile evrene sürekli olarak enerji ilave olmadığı veya çıkmadığı düşünülebilir mi ?

    Ayrıca Enerjinin doğası hakkında ne biliyoruz ? Onun varlığı yaratıcının onu sürekli olarak sağlaması ile mümkün olamaz mı ? Zamanın en küçük biriminde dahi yaratım söz konusu olmalıdır. Sınırlı bir evren bunu gerektirir. Gözlemlenen korunum yasası ancak bu sayede varlığını devam ettirebilir.

    Yaratılan sadece Madde ve Enerji değil, Korunum yasaları ve diğer tüm fizik yasalarıdır, yaratılış ölçülemeyecek derecede küçük anlarda dahi devam etmektedir.

    Yaratılışın sürekliliği söz konusu olmasa sınırlı varlıklar, sınırlarını koruyamazlar.Dolayısı ile Mutlak Hiçlik yani Korunum yasasının ihlali sonucunda yok olurlar.

    1. Bir kutu suyun içerisine 10.000 çeşit insan yaratımı canlı koyup bunları sürekli bir döngüde tutarsanız kütle ve enerji her zaman sabit kalacaktır yani su eksilmeyecektir. İşte maddeden başka birşey bilmediğimiz için aslında herkes ne düşünür ve iddia ederse haklıdır. Bu aklın sınırları içinde hapsedildiğimiz bir şov gibi , yani sonuç olarak doğru veya yanlış ile iyi kötü siyah beyaz yok. Bunlar kodlanmış beyin algı sistemimizin ona çizilmiş sınır içerisindeki bir oyundan başka birşey değil. Bir futbolcunun bir bilimadamından daha önemli olmasının sebebi futbolun düşünmekten daha eğlenceli bir oyun olmasıdır.

      Fakat yaradılışa karşı duramayıp asla aramaktan vazgeçmeyecek insanlar olacaktır, tıpkı seks köleleri veya futbol aşıkları gibi. Bu onlardan çok da farklı olmayan bir kişilik. Zeka seviyesi düşük dindarların kendilerini herkesten üstün görmesi ne kadar doğalsa zeka seviyesi yüksek kişilerin kendilerini üstün görmeleri de o kadar normal. Bu bir milyon satırlık yazılımın sonucudur , yazılımlar mantıksal düzeyde asla rastgele var olamazlar.

  2. genel özelilik teorisinin keşfedilmediğinden geri bu yana bugü,n genel yangalaklık ve dangalaklık teorileriyle bizler yaşıyoruz-şaşıyoruz
    genel gideşetite bu yönde…
    ama genel özelite de ahvam ve akam genel yamukluk teorisi üzerine yozlaşmakta/birleştirilmektedir…

    -zanal-

    ahvam keliemsi ve uydurumu sanal bir uydurum olup;- ahval(durumlar haller gidişat) ve akam(kısır) akvam(toplum) bileşiğidir-oldukça saçma bir kelime….
    yamukluk-lite diz boyu!

    genel yanmuklar teorisi bu yönden yangalar….

    madddenin ‘hok’ oluşu -kavram eksikliği;
    hakkabaz ya da hokubus
    madde hoktandır

    üç oktan meddeyle beş yoktan madde kulanılırsa ve karşırsa hiç yoktan madde olur-oluşur ve biz buna gözlembilite deriz.
    hiçilite varılite olabilite açıklığı genel pariteyi bozar ve ağrılar….

    genel götegelme teorisi

  3. Geri bildirim: Anonim
  4. yazı ya da makale nedir? kimindir ve bilimsel özgüsel değeri nedir? bilmiyorum ama
    de oldukça güzel -sonsuz- yazı!
    felsefesel eklemeler-çözümlemeler sunmak isterdim…


    Diyalektik materyalizm açısından madde, bize duyu-algı içinde sunulan nesnel gerçekliktir.
    bize sunulan değilde? algılamadan geçmiş nesnel gerçeklik; ya da algıdışavurumsal nesnel gerçeklik

    bunu şöyle düşünelim bakarken ve maddeyi olgulandırırken ve varlarken bakış ile bağışığız, ve bakıştan ayrı nesne ve olgu görme yok…
    Bunu ormanda devrilen ağacın kimse duymazsa ses üretip üretmeyeceği benzerinden yorumlarsak
    ve gözü kulak gibi düşünüp oluşmuş bir görüntüyü kimse görmezse? gibi bir anlam üretip düşünürsek?

    kimse görmezse nesnel gerçeklik var mıdır? bir anlam ifade eder mi? gibi bir soyutlamaya çekersek algılayabiliriz…

    bize algı içinde sunulan dediğimiz zaman,o anda sunulan- öznesi ve sunan özneleyici ya da nesneleyici kimlik -kim ve iş belirteçleri var…
    sunan belirteci var gibi…

    bize sunulan dediğimiz zaman kendimizi bölüyoruz ve bi şeye karşı konumluyoruz
    evren sunuyor/doğa sunuyor/tanrı sunuyor ya da ney sunuyorsa sunuyor ama biz ayrıyız
    gerçek algılayıcılarla/algılayılarıyla bütündür-içiçedir
    algılayıcıları aynı zamanda onun yaratıcılarıdır.

    eğer sekiz milyar kişi buna ikna olmuş bir biçimde istediği gerçeği ve eylemi üretse?

    “madde duyular aracılığıyla algılaşmış nesnel/görüngüsel-görüntüsel gerçekliktir”
    madde adlandırması dokunsal duyudan önce gözsel/görüngüsel duyuya ve ölçmeye bileşik bir adlandırmadır…

    ya da kendinden algılaşmış, kendini algılamış doğal maddenin ve materyalin yine kendini algılaması olarak biz varız ve nesnel gerçeklik-imiz var…
    biz aynı zamanda maddeyiz ve enerjiyiz…

    algılaşmış madde olarak biz varız ve nesnel gerçekliğin kendi kendini gözlemliyor-eşit

    diyalektik materyalizm açısından biz diye bir nesneleyiciyi ve nesnel gözlemciyi nasıl böleceğiz;
    maddenin ya da enerjinin kendi oalrak ve maddenin ve enerjinin kendini gözlemi ve yaşayımı/olumu olarak sözedibilirdik…

    maddeyizdir, enerjiyizdir ancak biz neysek neyiz de seyirciyiz ve biz dediğimiz şey ondan/madde enerji her neysek ayrı bir yapı ya da şey değiliz ve bir sunucu da yoktur.! o halde!
    madde ya da enerjinin ve nesnelliğinde kendisiyiz o halde değil mi?
    burda bir yanılgı var mı?

    burdan şu sonuç çıkar. Serbest enerjinin – serbest sonsuz kendinden varedilmemiş enerjinin kendi içinde özgün hareketi devinimi ve çeşitliliği çeşitlenmesi ve dinamiği olgusalında biz enerji biçemleriyiz…

    Bence diyalektik materyalizm açısından -eğer öyleyse- madde diye bir ayrı olgu ve nesnel gerçeklik yoktur;
    maddenin kendi bu çözümlemeyi ve yazmayı yapmakta ve gerçekleştirmektedir
    ve maddenin ya da enerjinin kendi bu satırları madde olarak gözlemcileşmiş biçimde yazmaktadır ve nesnel gerçek ve madde kendini üretmekte ve gözlemlemektedir.

    nesnel gerçek ya da madde ya da her şey enerjinin bir biçemi ise? eğer öyle diyorsak?
    enerji=ben
    nesnel gerçek=ben
    madde =biz
    madde=enerji

    madde yalnızca “katı” nesneleri değil, ışığı da içerir.

    sonuç olarak görme fiilinin ve algılama fiilin nesnel olarakta gerçeği ürettiği fikrine ve nesnel gerçekliğin tamamen bir algılama/algılatma ve gerçek üretme olduğu fikrine yürüyeceğiz. biz öyle düşünüyoruz.

  5. Bence nesnel gercegin urunuyuz diyemeyiz nesnel gercek bizim urunumuzdur ya da bu ikisi birdir..
    ya da baska algilayicilar ve algilaticilar varsa?

    Sonucta gercekle etkilesen gozlemci ya da algilayici var

    Nesne ya da nesnel gerceklik algilamdan gecmis cikmis disavurum disurun ya da ciktiysa?
    Degil midir?

    Nesnel gerceklik algilama faaliyetinin yan urunuse ve uretimiyse?
    ya da algilatma ikisi bir arada…

    Gercek-lik bir algilayici algilatma yapilandirmasi ve yapilanmasi degilse nedir?
    Kendinin turevidir..
    Gercek bir algi urunudur..

    Algilayicinin gercege ya da gozleme ve olaya olguya katkisi etkisi faktoru nedir? Ya da etkilesimi

    Algilayici nesnel gercekligi bicimleyemez mi?

    Ileri teknolojiler icin sozediyorum..

    Sinirsiz teknoloji icin dusunelim luten..

    Su anda algilanan gercegin gorungusel ya da goruntulemesel bir goruntu adlandirmasal bir algilama oldugunda bir celisigimiz var mi?

    Temel olarak gozun ya da gorsel optigin bir adlandirmasi ve sekillendirmesi degil midir?

    Isik kutle gibi olcumler ve adlandirmalar da gorsel gorungu ve optik bilim algilayis uzerine degil midir?

    sonucta harekette gorunguye bagintili ilintili degil midir?

  6. La oğlum, konuştuğumuz, anladığımız-anlaştığımız dilden yorum yapacak kimse yoh mi?
    Bu, ne idüğü belirsiz goygoycu saksağanlardan başka madde-enerji koklamış ya da yoklamış kimse kalmadı mı, hıı?…

Bir yanıt yazın