Görelilik ve Kara Delikler

karadelikNewton’dan farklı olarak Einstein’a göre, kütleçekim zamanı etkiler, çünkü ışığı etkiler. Eğer bir kara deliğin kenarında hareketsiz tutulan bir ışık parçacığı hayal edilirse, bu parçacık ne ilerler ne de geriler, ne enerji kaybeder ne de kazanır, yalnızca belirsiz bir şekilde askıda kalır. Böyle bir durumda, “zamanın kıpırdamadan durduğunu” ileri sürmek mümkündür. Kara delikleri ve onun niteliklerini savunan görelilikçilerin iddiası budur. Sözün kısası, kastedilen, eğer tüm hareket sona erdirilseydi, ne durum ne de konumda herhangi bir değişimin olmayacağı ve bu nedenle de kelimenin herhangi bir anlamında zaman diye bir şeyin bulunmayacağıdır. Kara deliğin kenarında varolduğu farz edilen durum budur. Ne var ki bu, son derece spekülatif ve mistik bir yorum olarak görünmektedir.

Tüm maddeler sürekli bir değişim ve hareket halindedirler ve bu nedenle burada söylenen şey, eğer madde ve hareket yok edilirse, zamanın da yok olacağından başka bir şey değildir, ki bu tam bir totolojidir. Bu şunu söylemekten farksızdır; eğer madde yoksa madde yoktur, ya da eğer zaman yoksa zaman yoktur. Çünkü her iki ifade de tıpatıp aynı şeyi anlatır. Tuhaftır ama, görelilik teorisinde zamanın ve uzayın ne olduğuna dair bir tanım aramak boşunadır. Einstein şüphesiz bunu izah edilmesi zor bir şey olarak görmüştü. Ne var ki, kendi geometrisi ile klasik Öklid geometrisi arasındaki farkı izah ederken bu noktaya oldukça yaklaşmıştı. İçinde uzayın eğrilmediği bir evren hayal edilebileceğini, ama bunun bütünüyle maddeden yoksun olacağını söylemişti. Bu tastamam doğru bir yöne işaret eder. Kara delikler hakkındaki tüm yaygaralardan sonra, Einstein tarafından bu konuya hiç değinilmediğini keşfettiğinizde şaşırabilirsiniz. O, esasen çok karmaşık bir matematiğe dayalı dikkatli bir yaklaşıma bel bağlamış ve gözlem ve deneyle doğrulanabilecek öngörülerde bulunmuştu. Kara delik fiziği, açıkça saptanmış ampirik verilerin yokluğunda, son derece spekülatif bir karaktere sahiptir.

Göreliliğe alternatif teoriler de ileri sürülmüştür, meselâ Robert Dicke tarafından. Dicke’nin teorisi, ayın yörüngesinde güneşe doğru birkaç millik bir sapma öngörmüştü. Texas’taki MacDonald gözlemevi, gelişmiş lazer teknolojisini kullanmasına rağmen bu kaymanın izine rastlamadı. Ne var ki, son sözün söylendiğini kabul etmek için hiçbir sebep yoktur. Şimdiye kadar, Einstein’ın teorileri defalarca yinelenen deneylerden sağlam çıktı. Ama uç koşulları sürekli olarak derinlemesine araştırmak, eninde sonunda denklemlerin içermediği birtakım durumları ortaya çıkaracak ve bu da çığır açıcı yeni keşiflerin önünü açacaktır. Tıpkı Newton mekaniği, Maxwell elektromanyetizma teorisi ya da daha önceki herhangi bir teori gibi, Görelilik teorisi de yolun sonu olamaz. İki yüzyıl boyunca, Newton’un teorileri mutlak geçerli kabul edildi. Otoritesine karşı çıkılamazdı. Ölümünden sonra, Laplace ve diğerleri, onun teorilerini, bir saçmalık haline geldiği uç bir noktaya dek götürdüler. Eski mekanik Mutlaklardan radikal kopuş, 20. yüzyılda fiziğin daha da ilerlemesinin gerekli bir koşuluydu. Mutlaklık canavarını sonsuza kadar yok ettikleri iddiası yeni fiziğin kibirli bir övünmesiydi. Düşünce bir anda şimdiye kadar duyulmamış âlemlerde hareket etme özgürlüğüne kavuşmuştu. Baş döndürücü günlerdi bunlar! Ne yazık ki böylesi mutluluklar sonsuza dek süremez. Robert Burns’ün sözleriyle: “Ama sevinç her yanı kaplayan gelincikler gibidir: Çiçeği tutarsınız, tazeliği dökülür.

modern-fizikYeni fizik birçok sorunu çözdü, ama bugün bile halen çözümsüz kalan yeni çelişkiler yaratma pahasına. İçinde bulunduğumuz yüzyılın büyük bir kısmında fizik iki görkemli teorinin hükmü altındaydı: kuantum mekaniği ve görelilik. Bu iki teorinin uyuşmazlık içinde oldukları noktası ise genellikle kavranmamıştır. Aslında bunlar birbirleriyle bağdaşmazlar. Genel görelilik teorisi kesinsizlik ilkesi diye bir şeyi hesaba katmaz. Einstein yaşamının son yıllarını bu çelişkiyi çözmeye adadı, ancak başarılı olamadı. Görelilik teorisi büyük ve devrimci bir teoriydi. Tıpkı zamanın Newton mekaniği gibi. Yine de böylesi tüm teorilerin kaderi ortodoksluğa dönüşmeleri, bir çeşit damar sertleşmesinden muztarib olmalarıdır, ta ki bilimin ilerleyişince ortaya konulan sorulara artık yanıt veremez bir duruma gelinceye kadar. Uzun bir süre boyunca teorik fizikçiler kendilerini Einstein’ın keşiflerine dayandırmaktan memnundular, tıpkı eski kuşakların Newton’a bağlılık andı içmekten hoşnut olmaları gibi. Ve yine aynı şekilde, genel görelilik teorisinden, yaratıcısının hiçbir zaman hayal bile etmediği en saçma ve en fantastik fikirleri çıkarmakla, ona gölge düşürmenin suçlusu da onlardır.

Tekillikler, zamanın durduğu kara delikler, birçok evrenler, nasıl bir şey olduğuna dair hiçbir soru sormamamız gereken zamanın başlangıcından önceki zaman, vb…. Einstein’ın saçını başını yolduğunu görür gibi oluyoruz! Tüm bunların genel görelilikten kaçınılmaz olarak çıktığı varsayılıyor ve bunlar hakkında küçücük de olsa şüphe duyan birinin karşısına derhal büyük Einstein’ın otoritesi çıkartılıyor. Görelilikten önceki durumdan zerre kadar daha iyi bir durum değildir bu. O zamanlar da, mevcut ortodoksluğu savunmak adına Newton’un otoritesi aynı şekilde kullanılırdı. Aradaki tek fark, bugün bazı fizikçiler tarafından kaleme alınan upuzun yazıların yanında Laplace’ın fantastik fikirlerinin son derece aklı başında görünmesidir. Ve orijinal teorinin saçmalığa indirgenmiş bir halini sunan takipçilerinin tuhaf fantastik uçuşlarından Einstein Newton’a göre çok daha az sorumludur. Bu anlamsız ve keyfi spekülasyonlar, modern fiziğin teorik çerçevesinin kapsamlı bir şekilde elden geçirilmesi gereğinin en iyi kanıtıdırlar. Buradaki sorun bir yöntem sorunudur. Herhangi bir yanıt vermemeleri sorunu değil. Sorun şu ki, doğru soruları nasıl soracaklarını bile bilmiyorlar. Bu sorun bilimsel olmaktan çok felsefi bir sorundur. Eğer her şey mümkünse, keyfi (daha doğrusu tahmini) bir teori, bir başka teori kadar iyidir. Tüm sistem artık bir çatlama noktasına dek sürüklenmiştir. Ve bu durumun üstünü örtmek için mistik bir dile başvuruyorlar, ama bu dilde bile, belirsiz ifadeler, gerçek içerikten tamamen yoksun olunduğu gerçeğinin üstünü örtemiyor.

Çok açık ki bu duruma artık katlanılamaz, ve bu durum bir kısım bilimcinin, bilimin üzerine oturduğu temel kabulleri sorgulamaya başlamasına yol açmıştır. David Bohm’un kuantum mekaniği teorisini inceleyişi, Ilya Prigogine’in Termodinamiğin İkinci Yasasına getirdiği yeni yorum, Hannes Alfvén’in ortodoks büyük patlama kozmolojisine alternatif bir yaklaşım oluşturma çabaları, her şeyden önce de, kaos ve karmaşıklık teorisinin görkemli yükselişi; tüm bunlar bilimde bir mayalanmanın varlığını gösterir. Bunun kesin sonuçlarını öngörmek için çok erken olsa da, öyle görünüyor ki, bilim tarihinde bütünüyle yeni bir yaklaşımın ortaya çıkacağı en heyecan verici dönemlerden birine giriyoruz. Einstein’ın teorilerinin, bir taraftan görelilikte yaşayabilir olan her şeyi koruyan, diğer taraftan da onu düzelten ve güçlendiren yeni ve daha geniş tabanlı bir teori tarafından eninde sonunda aşılacağını varsaymak için her türlü neden var elde. Süreç içinde, uzay, zaman ve nedenselliğin doğasına ilişkin soruların daha doğru ve daha dengeli yanıtlarına kesinlikle ulaşacağız. Bu, eski mekanik fiziğe geri döneceğimiz anlamına gelmez, tıpkı elementleri birbirine dönüştürmeyi başarmamızın simyacıların fikirlerine geri dönmek anlamına gelmemiş olması gibi. Görmüş olduğumuz gibi, bilim tarihi sık sık eski tutumlara görünürde bir geri dönüş içerir, ancak nitel olarak çok daha üst bir düzeyde.

Mutlak bir güvenle tek bir şey öngörebiliriz: Tanrının varlığını bilimsel belgelerle kanıtlayacaklar için ortaya konulan büyük para ödülünü kazanmayı maalesef çok daha zorlaştıracaktır ve bazıları buna çok da üzülebilirler, ama bu, uzun vadede bilimin ilerleyişi açısından hiç de kötü bir şey değildir!

5 yorum “Görelilik ve Kara Delikler”

  1. Gerek Görelilik kuramı, gerekse Kuantum kuramı 20. yüzyıla ait kuramlardır. 21. yüzyılın kuramı ise Karmaşa veya Kaos kuramıdır. Bu kuram henüz emekleme dönemlerini yaşıyor. Önümüzdeki yıllarda bu kuram büyük başarılara imza atacaktır. Alttaki bağlantıda evreni farklı bir bakışla yorumlayan ve açıklayan “Kaotik ve Fraktal Evren” başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.

    http://www.halukberkmen.net/pdf/231.pdf

    1. Aşağıdaki yorum hakkında ne düşnürsünüz ? Bu ve bağlantılı diğer yorumlarımda Uzay-Zaman; Madde ve Enerjinin yapısına dair bazı öngörülerde bulundum. Buna göre Uzay-Zamanı oluşturan temel parçacıklar Planck boyutunda küp şeklinde dizilmiş bir şekilde durmakta ve evrenimiz oluşturan tüm varlıklar bu yapının titreşimleri sonucunda oluşmaktadır.
      Işık bu küp üzerinde fraktal bir yapıda tekrarlayan basit bir dalgalanma hareketi şeklinde Madde ise yine bu küp üzerinde küresel bir dalgalanma hareketi şeklinde oluşmaktadır.
      Evrenin başlangıç zamanındaki ışık hızı ile şimdiki hızı eşit değildi, ışık hızı ışığın doğasındaki bu nitelik sayesinde Uzay-Zamanın birim küpü ile optimum denge sayesinde olabileceği maksimum değerde olmuştur.
      Ancak evrenin genişlemesi ile ışığın hızıda bugünkü değerinde olmayacaktır. Çünkü Küpün boyutları değişmektedir. Dolayısı ile ışık hızı, Planck sabiti gibi sabitler aslında sabit değildirler.

      Eğer bir Big Crunch olacaksa bu “ısıl bir ölüm” değil, küpün özelliğini yitirmesi ve Mutlak Hiçlik noktasına evrilmesi ile olacaktır. Bu durumda dalgasız, hareketsiz bir denizin sakinliğinde olduğu gibi içerisinde ne bir madde ne de bir enerji kırıntısı olacaktır.
      Uzay-Zamanın bu birim küpü evrendeki en sert nesnedir.
      Dolayısı ile Uzay-Zaman Solid State yani katı bir yapıya sahiptir. Fraktal evrenin oluşması bu küplerin basit dizilimleri ile mümkün olmaktadır. Dizilimler küplerin majör hareketler yapmadığı ancak Deniz dalgaları gibi hareket etmesi ile (Max. Planck Uzunluğu kadar) madde, Işık, diğer parçacık vb. oluşturmaktadır. Dolayısıyla fraktal yapı birbirine benzer şekilde oluşabilmektedir.
      Söylediklerim Sicim veya Membran teorileri ile çelişmemektedir.

      http://www.sonsuz.us/genel-gorelilik-teorisi/#comment-320

  2. Sicimden farklı larak sizin teorinizde başat ve tek aktör küpler görülmektedir.
    Oysa sicim teorisinde, üç boyutta da titreşen tek boyutlu veya hacımsal geometrili sofistike parçacıklardan da bahsedilmektedir.
    Her boyut veya şeklin titreşimi bir kuantum parçacığına denk gelmektedir.
    Evrenin çöküşü de bu fraktal parçacıkların (veya köpüğün) artık titreşemez olmaları sonucunda olacaktır.
    Maddeyi her ‘AN’ var ve yok eden bu titreşimlerin kaynağı söndüğünde, (bu kaynak bir nevi takyon üreteci olabilir) evren geldiği yolu takip ederek aslına rücu edecektir…

    1. Evet doğrudur, benim teorimde tek aktör bu küplerdir.Ancak benim teorim sicim teorisini de içermektedir.Bu sadece bir algı meselesidir. Bir Küpün 6 yüzeyi, 12 kenarı vardır.Eğer ölçebileceğimiz varlık ve olgular sadece madde ve enerjiden oluşuyor, ve Hiçliği ölçemiyorsak bu esnek küplerin kenarlarının hareketlerinden oluşan ölçülebilir fenomenler bahse konu sicimler olacaktır.

      Benim ortaya attığım teori, Hiçliği sicimlere dahil ederek Kuantum hesaplamalarının sadece eksik gördüğümüz noktalarla ilgili olduğunu fark edebiliriz.
      Kuantum fiziğinde var olan tuhaflıkların ancak küp teorisi ile çözümleneceğini düşünüyorum.

      Şu Linkteki videoda görüldüğü gibi ışıklı çizgileri sicim teorisindeki siciler olarak kabul edersek, Küp dansçılara karşılık gelir.

      Hiçliğin karanlığı bizim onu gözlemlememize izin vermez, ancak bu dolaylı olarak gözlemlenebilir.
      Hiçliği hesaba katmazsak Kuantum belirsizlikleri, dolanıklık vs.vs gibi sağduya aykırı gibi görünen olguların bizi şaşırtması normaldir.

      https://www.youtube.com/watch?v=F9yqBqCffDk

      Ancak sonraki yazdıklarınıza kısmen katılıyorum, madde Her AN var edilip YOK edilmektedir.
      titreşimler son bulduğunda, O AN ‘dan sonra bir kere daha var olmayacaktır.

      Ancak bir farkla şunu ilave edebilirim Bir Resmin yapıldığı Tuval mesabesinde olan HİÇ’lik te bir şekilde YOK olmalıdır.
      Çünkü onun varlığı potansiyel olarak VAR olma olasılığıdır.

  3. Evet doğrudur, benim teorimde tek aktör bu küplerdir.Ancak benim teorim sicim teorisini de içermektedir.Bu sadece bir algı meselesidir. Bir Küpün 6 yüzeyi, 12 kenarı vardır.Eğer ölçebileceğimiz varlık ve olgular sadece madde ve enerjiden oluşuyor, ve Hiçliği ölçemiyorsak bu esnek küplerin kenarlarının hareketlerinden oluşan ölçülebilir fenomenler bahse konu sicimler olacaktır.

    Benim ortaya attığım teori, Hiçliği sicimlere dahil ederek Kuantum hesaplamalarının sadece eksik gördüğümüz noktalarla ilgili olduğunu fark edebiliriz.
    Kuantum fiziğinde var olan tuhaflıkların ancak küp teorisi ile çözümleneceğini düşünüyorum.

    Şu Linkteki videoda görüldüğü gibi ışıklı çizgileri sicim teorisindeki siciler olarak kabul edersek, Küp dansçılara karşılık gelir.

    Hiçliğin karanlığı bizim onu gözlemlememize izin vermez, ancak bu dolaylı olarak gözlemlenebilir.
    Hiçliği hesaba katmazsak Kuantum belirsizlikleri, dolanıklık vs.vs gibi sağduya aykırı gibi görünen olguların bizi şaşırtması normaldir.

    https://www.youtube.com/watch?v=F9yqBqCffDk

    Ancak sonraki yazdıklarınıza kısmen katılıyorum, madde Her AN var edilip YOK edilmektedir.
    titreşimler son bulduğunda, O AN ‘dan sonra bir kere daha var olmayacaktır.

    Ancak bir farkla şunu ilave edebilirim Bir Resmin yapıldığı Tuval mesabesinde olan HİÇ’lik te bir şekilde YOK olmalıdır.
    Çünkü onun varlığı potansiyel olarak VAR olma olasılığıdır.

Bir yanıt yazın