Büyük Çatırtı ve Süper Beyin

buyuk-catirti“Dies irae, dies illa
Solvet saeclum in favilla.”
(Celano’lu Thomas, Dies Irae)
(“O gün, kıyamet günü,
küllere dönüştürecek evreni.”
–Ortaçağ Kilisesinden bir ölüm ilâhisi.)

Onlar, evrenin başlangıcı hakkında hemfikir olmadıkları gibi, nasıl son bulacağı konusunda da anlaşamıyorlar, kötü bir şekilde son bulacağı konusunda hepsinin hemfikir olması hariç! Bir düşünce ekolüne göre, genişleyen evren er geç kütleçekim kuvveti nedeniyle bir durma noktasına ulaşacak, ardından her şey kendi üzerine çökerek bir “büyük çatırtı”ya yol açacak ve sonunda hepimizi başladığımız yere, kozmik yumurtanın içine geri götürecek. Öyle değil! diye bağırır büyük patlamacıların başka bir ekolü. Kütleçekim bunu yapabilecek kadar güçlü değildir. Evren aslında, hiçliğin kara gecesinde yitip gidene dek, sonsuzca genişlemeye ve “içecek bir çorbası bile olmayan Augustus” gibi incelmeye devam edecektir. On yıllar önce, Ted Grant, diyalektik materyalizm yöntemini kullanarak hem evrenin kökenleri hakkındaki büyük patlama teorilerinin, hem de Fred Hoyle ve H. Bondi tarafından ileri sürülen alternatif kararlı durum teorisinin çürüklüğünü gösterdi. Ardından, maddenin (hiçlikten) sürekli oluşumuna dayanan kararlı durum teorisinin yanlış olduğu görüldü. Büyük patlama teorisi böylece hükmen “kazandı”, ve bugün bile bilimsel çevrelerin çoğunluğu tarafından savunulmakta.

Diyalektik materyalizm açısından, “zamanın başlangıcı” veya “maddenin yaratılışı” hakkında konuşmak son derece saçmadır. Zaman, uzay ve hareket, maddenin ne yaratılabilen ne de yok edilebilen varoluş tarzıdır. Peki evrenin kaderine dair Ortaçağ görüşüne bu tuhaf geri dönüş nasıl açıklanmalı? Toplumda, politikada ve ekonomide işleyen süreçlerle bilimin gelişmesi arasında doğrudan nedensel bir bağlantı (bağlantı ne otomatik ne de doğrudandır, çok daha karmaşık bir ilişkidir) aramak anlamsızken, bazı bilimcilerin evrenin geleceğine ilişkin kötümser bakış tarzının da bir rastlantı olmadığı ve toplumun bir çıkmaza girdiği genel kanısıyla bir şekilde ilişkili olduğu sonucuna karşı çıkmak da o ölçüde zordur. Dünyanın sonu yakındır. Bu yeni bir olgu değildir. Aynı kader yüklü bakış tarzı Roma İmparatorluğunun çöküşü döneminde ve Ortaçağın sonunda da mevcuttu. Her seferinde, dünyanın bir sona yaklaştığı fikri, belirli bir toplumsal sisteminin tükenmiş olduğu ve yok olma noktasında bulunduğu gerçeğini yansıttı. Yakın olan dünyanın sonu değil, köleliğin ve feodalizmin çöküşüydü.

the-big-crunch-theoryNobel Ödülünü kazanan Steven Weinberg’in İlk Üç Dakika adlı eserinden alınan aşağıdaki pasaja bakalım: İnsanların, evrenle özel bir ilişkimiz olduğuna, insan hayatının ilk üç dakikaya uzanan bir tesadüfler zincirinin neredeyse gülünç bir sonucu olmadığına, bir biçimde en başından itibaren tuğla üstüne tuğla konularak inşa edildiğimize inanmaları neredeyse karşı konulmaz bir düşünüştür. Bunu yazarken, tesadüfen, Wyoming üzerinde uçan ve San Francisco’dan Boston’a giden 30.000 fit yükseklikteki bir uçağın içindeyim. Aşağıda, yeryüzü çok yumuşak ve rahat görünüyor; şurada burada tüy gibi yumuşak bulutlar, güneş batarken pembeye dönüşen kar, bir kentten diğerine, ülkenin bir tarafından öbür tarafında yayılan yollar. Tüm bunların azgın derecede düşman bir evrenin sadece ufak bir parçası olduğunun farkına varmak çok zor. Bugünkü evrenin tarif edilemez tuhaflıktaki bir ilk koşuldan evrimleştiğini ve gelecekte sonsuz bir soğukta veya dayanılmaz bir sıcakta yok oluşla karşı karşıya bulunduğunu kavramak daha da zor.

Evren ne kadar anlaşılır görünüyorsa, o kadar anlamsızlaşıyor.

Aşağıda, büyük çatırtı teorisinin savunucularının yazım türünün tipik bir örneği vardır: Son anlarda, kütleçekim, maddeyi ve uzayı acımasızca ezen tam egemen kuvvet haline gelir. Uzay-zamanın eğriliği daha da hızlı artar. Uzayın daha büyük bölgeleri daha küçük hacimlere sıkışır. Geleneksel teoriye göre, içe dönük patlama, varolan her şeyi ezerek ve bizzat uzay ve zaman da dahil fiziksel her şeyi bir uzay-zaman tekilliğinde yok ederek sonsuz ölçüde güçlü hale gelir. Bu sondur. Anladığımız kadarıyla “Büyük Çatırtı”, yalnızca maddenin değil, her şeyin sonudur. Çünkü zamanın kendisi büyük çatırtıda sona erer, tıpkı büyük patlamadan önce ne olduğunu sormanın anlamsız oluşu gibi, büyük çatırtıdan sonra ne olacağını sormak da anlamsızdır. Hiçbir şey için yaşanacak “sonraki” yoktur; ne hareketsizlik için zaman vardır, ne de boşluk için uzay. Büyük patlamada hiçlikten gelen evren büyük çatırtıda da hiçlikte yitip gidecektir, birkaç zilyon* yıllık Ardından gelen soru bilinçsiz bir ruh hali klasiğidir: “Böyle bir ihtimalden dolayı keyfimizi kaçırmalı mıyız?” diye sorar Paul Davies. Belki de ciddi bir cevap bekliyordur! Sonra insanlığın yok oluştan kaçınabilmesinin çeşitli yolları hakkında spekülasyonlar yaparak bizi neşelendirmeye çalışır. Kaçınılmaz olarak, kendimizi aniden din ve bilim-kurgu arasında bir çeşit hayali topraklarda buluruz.

Son anlarını yaşayan ve çökmekte olan evrendeki bir süper varlığın, elde kalan sonlu zamanda sonsuz farklı düşünce ve deneyime sahip olup olmadığı merak edilebilir. Böylece insanlık son üç dakika bitmeden önce, kaba maddi varlığından sıyrılır ve kendini bir Süperbeyne dönüştürerek her şeyin sona ermesinden kurtulup sağ kalabilen bir saf ruh haline gelir.

black-holeSalınmalar her tarafta daha hızlı çöküşlere yol açtıkça, her süperbeynin zekice davranması ve iletişimi bir yönden diğer bir yöne çevirmesi gerekir. Eğer bu varlık bu salınmalara ayak uydurabilirse, bizzat bu salınmalar ona düşünce süreçlerini işletmek için gerekli enerjiyi sağlayabilir. Dahası, basit matematiksel modellerde, büyük çatırtıyla sona eren sonlu sürede, sonsuz sayıda salınım olduğu görülür. Bu da, işlenmek üzere sonsuz miktarda bilgi ve böylece, hipotez gereği, süpervarlığa sonsuz bir öznel zaman sağlar. Böylece, fiziksel dünya büyük çatırtıda beklenmedik bir sona uğrasa bile, zihinsel dünya hiçbir zaman son bulmayabilir.

İnsanın bu satırlardan bir şey anlaması için gerçekten de süper bir beyne ihtiyacı vardır! Yazarın şaka yaptığını düşünmek daha iyi olurdu. Maalesef son günlerde bu tür pasajları bundan emin olamayacak kadar çok okuduk. Eğer Büyük Çatırtı “her şeyin sonu” anlamına geliyorsa, dostumuz Süperbeyni nereye bırakıyor? Her şeyden önce ancak iflâh olmaz bir idealist vücutsuz bir beyni tasavvur edebilir. Şüphesiz burada eski tip bir beynin değil Süperbeynin huzurundayız. Ancak öyle de olsa, bir omuriliğin ve bir merkezi sinir sisteminin varlığının ona yararı olabileceğini; ve böylesi bir sinir sisteminin tüm zarafetiyle bir vücuda sahip olması gerektiğini; özellikle beynin biraz açgözlü olduğu ve salt bir fani tarafından tüketilen toplam kalorinin bile çok büyük bir kısmını yuttuğu bilindiğinden dolayı, böyle bir vücudun (bir süpervücut olsa bile) genellikle beslenme gibi bazı şeylere ihtiyaç duyacağını kabul ederiz. Bir Süperbeyin mantıken bir Süperiştaha sahip olacaktır! Üzgünüz ki, büyük çöküş her şeyin sonu olacağından, bizim talihsiz Süperbeynimiz her halde ölümsüzlüğünün geri kalan kısmında oldukça sıkı bir rejime girecektir. Son üç dakika bitmeden apar topar bir şeyler atıştırmak için gerekli zamanı bulacak kadar uyanık olduğunu ümit edelim. Ahlâken bizi yükseklere taşıyan bu düşünceyle birlikte Süperbeyinden ayrılarak gerçeklere geri dönüyoruz.

İnsan kültürü ve bilimin iki bin yıllık büyük ilerlemelerinden sonra, kendimizi tekrar Vahiy Kitapları dünyasında bulmamız şaşırtıcı değil mi?

Bir yorum “Büyük Çatırtı ve Süper Beyin”

  1. Vakit tamam.
    Evrenin genişlemesi milyarlarca yıl önce durmuş ve çok uzun sürmeyen bir tereddüt anından sonra, genişlerken diktiği kilometre taşlarını tek tek sökerek dönüş yoluna koyulmuştu.
    Karanlık madde, sanki biz bir şekilde varlığının farkında olmasaydık var olmayacakmış gibi duruyorken, ansızın, bir yerden emir almış gibi, kütlesel çekim gücünü masaya sürmüş ve, ‘ben de varım’ demişti.
    Evrenin, bir fotonluk dahi enerjisi kalmayacak şekilde, sonsuza kadar genişleyip un-ufak olmasını bir türlü içine sindirememişti. Bu muhteşem senfoni böyle bitmemeliydi…
    Bu duygu onu o kadar hüzünlendirmişti ki, karanlık enerjiye de seslenip; ‘bırak artık boş işlerle uğraşmayı da gel şu işi bir toparlayalım. Eger güçlerimizi birleştirmezsek,
    evren freni patlamış beton mikseri gibi sonsuzluğa doğru süzülüyor’ demişti.
    Aradan milyarlarca yıl geçmişti. Evrenin dönüşe geçtiğinden eminlerdi. Çünkü; teleskoplarda görüntülenen galaksi sayılarında muazzam artışlar vardı. Elekromağnetik spektrumdaki kırmızıya kaymalar önce durmuş, daha sonra da maviye kaymalar başlamıştı. Mikrodalga fon ışımasının dalgaboyu günden güne (milyon yıldan milyon yıla)kısalıyor, neredeyse görünür bölgeye dokunur hale geliyordu.
    Yakın galaksiler daha derli toplu, daha canlı, galaktik turları daha hızlı, yerel kümeler daha bariz hale gelmiş, galaksi yakınlarındaki yıldız kümeleri çoktan galasilere doğru hızla yola koyulmuşlardı.
    Uzay daha yoğun hale geliyor, birim hacimdeki parçacık sayısı artıyor, kütleçekimdeki artış uzay zamanı daha kıvamlı hale getiriyor, evrenin entropisi sürekli azalıyordu.
    Kozmik spektrumdaki maviye kayma o kadar artmıştı ki, eğer evren genişlerken bu hızla kırmızıya kaymış olsaydı geri dönüşü imkansız olurdu…
    Aradan milyarlarca yıl geçmişti. Gündüzler hemen hemen aynıydı ama geceleri karanlık denmeyecek kadar aydınlıktı. Buna rağmen, çıplak gözle görebildiğimiz yıldız sayısı günden güne artıyordu. Hatta gündüzleri bile yıldızlar görünmeye başlamıştı…
    Birkaç milyar yıl daha geçti…
    Artık boşluğun sıcaklığı bile üç bin derecenin üzerinde. Hızla da artmaya devam ediyor. Ortam iyon çorbası. Elektronlar sığırcık sürüleri gibi dolaşıyorlar, atomlar,’bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz’ demekten bıkmışlar.
    Evren, üstel rakamlarla büzülmeye devam ediyor. Sıcaklık milyar derecelere ulaşmış. Artık ortalıkta ne elektron var ne de proton, nötron. Önce nötronlar protonlara bozundular, protonlarda kuarklara ve diğer mezonlara.
    Evren hızla küçülüyor. Ne kadar hızla mı? Işık hızının binlerce katı. Isı sürekli artıyor. Şimdiki çorba sadece foton ve nötrinolardan oluşuyor. Evren büzüşmeye devam ediyor, ortalıkta parçacık namına hiç bir şey kalmadı. Şimdi sadece fotonlar var ve onlarda rahat hareket edememekten yakınıyorlar.
    Şu anda evren o kadar yoğun ki, ne foton var ne de herhangi bir parçacık. Ve, evren kaskatı…
    Her şey Plank limitlerinde. Isı, boyut, hacim ve zaman…
    Ve her şey, bir yılanın deliğe akıp gitmesi gibi, tekilliğe doğru akıp gitti…
    Şimdi hiç bir şey yok. Ne zaman, ne mekan, ne ısı, ne parçacık.
    Var olan bir tek ‘O’…
    Ezelde var olan, ebedi var olacak olan…
    Öyle süper beyinler falan bu akışın dişlilerini durduramaz ve insan, kendisi için çizilen kader yolunda, bir başka aleme, ebedi bir aleme, yüküyle birlikte göç eder gider…

Bir yanıt yazın